30 Haziran 2012 Cumartesi

Seyahat Kitabı Önerilerim

Cartoville serisi Prag kitabım
Yurtdışında bir yerlere gidiyorsunuz. Her şey tamam mı, her yeri araştırdınız mı?
Cartoville serisi kitabımın ilk sayfasındaki şehrin ana hatlarını gösteren Prag haritası. Prag'ı gezilecek 6 semte ayırmış.
Çoğu zaman aklınızda bir kaç eksik kalacaktır. İyi restoranlar, sabah kahvaltı edilecek hoş yerler, enteresan alışveriş noktaları, bir şeyler içebileceğiniz güzel dinlenme mekanları, bazıları için çocukların eğlenebileceği farklı yerler, müzeler, ilginizi çekebilecek her şey...
Kitabın 2. sayfası, şehirle ilgili temel bilgileri veriyor.
İlk zamanlar bulabildiğim kadar kitabı alıp, yolculukta yanımda götürüyordum. Uçakta biraz göz attıktan sonra, seyahat boyunca uzun uzun yazıları okumaya çoğu zaman fırsat bulamadığımı farkettim.


Zaten bloglardan temel araştırmamı yaptığım için, gittiğim yerde seyahat kitabı okumak beni dinlendirmiyor, tam tersine gezmeyi "iş" haline getirdiğimi hissettiriyor. Ben o hissi sevmiyorum, mümkünse seyahatteyken gittiğim ülkenin edebiyatçılarından bir şeyler okumayı tercih ediyorum. O zaman o ülkeye ait edebiyatı daha iyi anlıyorum, şehri de daha çok sevebiliyorum. Nasıl ki Yaşar Kemal bizim topraklarımızdan almış yazılarının ruhunu, Hemingway gençliğini geçirdiği Paris'ten, Milan Kundera kökeni olan Çek'ten...


3. sayfada, 6 gezilecek bölgeden ilki hakkında bilgiler var.
Kısacası, seyahatte benim ihtiyacım olan şey; harita üzerinde işaretlenmiş, kolayca bulabileceğim, kısa ama can alıcı detaylar. Bu yüzden, eğer varsa, gittiğim yere ait Cartoville serisi bir kitap alıyorum. Cartoville'lerde şehir başlıca semtlere ayrılıyor. Her sayfa katlanarak açılıyor ve restoran, cafe, alışveriş, müze, gece klubü gibi detaylar katlı haritaya işaretleniyor. En dışta kalan kısımda ise, mekanlara ait özellikler 2-3 satırla anlatılıyor ve fiyat aralığı veriliyor. Kitap küçük olduğu için de gezerken yanınızda taşımaktan rahatsız olmuyorsunuz.


Cartoville ile gezmenin bir güzel yanı da, eğer bizim gibi, kendi seyahatinizi kendiniz organize ediyorsanız, size bilmediğiniz bir şehri bile semt semt programlayabileceğiniz bir rehber oluşu. Böylece hangi semti gezince hangi yakın restoranda yemek yemenin mantıklı olduğunu bile önceden bileceksiniz.


3. sayfayı açtığınızda, 3. sayfanın ön tarafındaki restoranlar,
müzeler, alışveriş yerleri ve diğer gezilebilecek yerler anlatılıyor.
Cartoville kitaplarının yurtdışı baskıları bir çok şehir için var ama Türkçe olarak yalnızca; Amsterdam, Barcelona, Budapeşte, Floransa, Londra, Moskova, New York, Paris, St Petersburg, Prag, Roma, Venedik ve Viyana için baskılarını bulabildim. Umarım tamamı yakın zamanda Türkçe'ye çevrilir, buradan Dost Kitabevine seslenelim :)


 Bugüne kadar aldığım seyahat kitaplarından, Cartoville dışında çok beğendiğim bir başka kitap, Bülent Demirdurak'ın Paris için yazdığı "Yuvarlak Dünyan'nın Köşeleri" . Yuvarlak Dünyanın Köşeleri, Cartoville'e göre daha uzun ama konu konu ayrılmış her başlık 2-3 sayfayı da aşmayacak şekilde hazırlanmış. Paris'le ilgili iyi ayrıntıları ve güzel restoranları bulabileceğiniz, Paris'i Parisli gibi yaşamanızı sağlayacak, çok başarılı bir kitap..


Umarım bilgiler işinize yarar...

26 Haziran 2012 Salı

KısaKahveMolası NusrET'te (Nusret Steak House / Etiler)

Steak Tartare
Gazeteler yazdı çizdi, herkes gitti, yedi, bayıldı, birbirine anlattı, ünü yayıldıkça yayıldı...
Ferit Şahenk; (Doğuş Holding ve Garanti Bankası yönetim kurulu başkanı. Türkiye'nin 6., Dünyanın 420. en zengin adamı) Nusret'in sponsoru, açılan restorana %50 ortak durumda. 
Magazinciler kapısında, mutlaka bir ünlü yemekten çıkacak diye...
Ayşe Arman Nusreti; "Etlerin Efendisi" diye tanıttı. 
Nusret, New York Times'ta bile kendine yer buldu.

Biz iyi et yemeyi seven bir grup arkadaş, neredeyse açılır açılmaz Nusret'i gidilecekler listesine aldık.
Nusret KısaKahveMolası için poz verdi :)
Blogumu takip etmeyen Elçin arkadaşım :), saolsun zorlu rezervasyon sürecini halletti. Zorlu diyorum çünkü gerçekten Nusret'in kapısında oluşan kuyruğu görseniz şaşırırsınız, Türkiye'de pek de alışık olmadığımız bir durum.

Tıpkı Ankara'daki Trilye Restoran'ın sahibi Süreyya Üzmez gibi, bu başarının ardında da Nusret Gökçe'nin yattığını anlamak hiç zor değil. İstanbul'un meşhur et lokantası Günaydın'da yetişmiş ve et uğruna neredeyse tüm dünyayı gezmiş, iyi tüyolar öğrenmiş ve şimdi de İstanbul'un en iyi et restoranlarından birinin kurucusu, ortağı...
Spagetti
Nusret, sabah mezbahaları gezip en iyi etleri topluyor. Sonra restoranına gelip etlerin kesim ve pişirme safhalarında işinin başında oluyor. En son da, tüm masalara gelip eti kendi servis ediyor. Öncelikle yemeklerin lezzeti, sonra ortamın abartısız dekorasyonu ve Nusret'in sempatik tavırlarına hiç düşünmeden 10 üzerinden 10 verdik :)

Ne yedik?

Steak Tartar -> Fransa'daki ünlü Cafe de Paris bugüne kadar yediğimiz en güzel tartar'ı yapıyor. Türkiye'de ilk kez yedik, başarılıydı ama sanki bir şeyler eksik. Fakat ilk kez tartar deneyen tüm arkadaşlarımız beğendi.
Dana Füme
Dana Carpacio -> İlk yediklerimizden biri olduğu için çok lezzetli geldi, iyi bir başlangıç. Normalde sevmiyorum ama burada kesinlikle denenmeli.
Dana Füme -> Kurutulmuş et, başarılı, masaya gelir gelmez tükenenlerden biri
Spagetti -> Görünümünden mi bu ismi almış bilmiyorum, daha uzun kesilmiş ve bu yüzden kıvrılmış döner parçaları gibi düşünebilirsiniz. Gerçekten beğendim ve tekrar gittiğimde yemek isteyeceğim şeylerden biri.
Tulum Peynirli Yeşil Salata -> Özellikle peyniri çok başarılı, yedikçe yedirtiyor...
Lokum -> Daha önce et lokantalarında yediğimiz lokumları solluyor. Adı gibi yumuşacık bir et...

Dana Şaşlık -> Arkadaşlarımın favorisiydi, yedik beğendik... Dananın en lezzetli kısımlarından biri.
Dana Kaburga -> Tam kıvamında pişmiş, gerçekten lezzetli. Şaşlıktan bir adım daha başarılı buldum diyebilirim.
Patates kızartması -> Çok başarılı restoranlar, taze patates kullanmadıkları anda gözümüzde değer kaybediyordu ne zamandır. Ağız tadıyla taptaze çıtır patates... Siz yedikçe geliyor!

Aklımızda kalanlar:
Mutlaka denenmesi gerektiğini duyduğumuz ancak yerimiz kalmadığı için ikinci sefere bıraktığımız şeyler de oldu tabii;
Hamburger
Bonfile
3 Boyutlu Kaşarlı Köfte


Abartılı miktarda yemek + 1 bardak şarap, Kişi başı: 100 TL
Eğlenceli ve lezzetli bir yemek keyfi: paha biçilemez :)

21 Haziran 2012 Perşembe

Yalnız Başına Paris Aktiviteleri - 2 : Bd Haussmann'da Bir Türk Ünlüyle Karşılaşmak

La Fayette tavanı
Kısa Kahve Molası yazarı, 3 günlük Paris gezisinin ikinci gününde kopan çantasını otelde bıraktı, sırt çantasını taktı ve koyuldu yollara." IPhone'un 3G'siz çalışan 'Paris Metro' aplikasyonu sağolsun, nereden bineceğim nerede ineceğim her şey açık ve net, bu akıllı telefonlar da pek iyi oldu" diye düşünüyordu. Ama aplikasyonun söylediği durakta inince bir de baktı ki, o duraktan telefonun söylediği diğer metro hattına geçiş yoktu. Hemen orada gözüne kestirdiği bir kıza ne yapacağını sordu, kız da haritasını açtı ve KKM yazarına yanlış durakta olduğunu söyledi. İngilizce sorularına aldığı Fransızca yanıtları anlayınca, 12 yıl önce öğrenmeye çalıştığı bu dil, beyninde bir nebze olsun yer edebilmiş Fransızca butonu devreye girdi! Böylece o gün ve ertesi gün boyunca, Fransızların İngilizceyi anladığını ama konuşamadığını, kendisinin de Fransızcayı anladığını ama konuşamadığını farkedip insanlarla daha fazla iletişim halinde oldu. 


La Fayette içi
Biraz vakit kaybından sonra yolunu bulup ünlü alışveriş merkezi La Fayette'e gelen KKM yazarı, girer girmez çantaları görünce biraz fazla büyülendi. Cebindeki 2 günlük sınırsız Paris Tour metro biletini düşürdüğünü farketmesi geç olmadı, zira 5 dakika önce 'aman düşmesin' diye cebinin diplerine yerleştirmişti. 15 Euro değerindeki metro biletinin kaybolması canını sıktı "Dün çantan gitsin, bugün metro kartın, bakalım başka ne gelecek başına buralarda?" diye söylenip durdu içinden...

Bir kaç saat sonra, La Fayette, Printemps ve hatta St. Lazare'a kadar olan her yeri dolaşıp ayaklarına kara sular indiğini farkeden KKM yazarı, sonunda gözüne kestirdiği bir cafe'ye oturmaya karar verdi; Triadou Haussmann Cafe. Sırt çantasında kitabı vardı, kahve içer, sokağa bakar ve kitabını okuyarak dinlenebilirdi. Hah, her tarafı gören en güzel masa da boştu ama o da kim! Bu gördüğü, dizilerde oynayan, Twitter ile ünlülüğünü pekiştirmiş bilmem kim değil mi? Aynı anda yan yana oturdular, La Fayette'ten henüz aldıkları belli olan çantaları da aynı model ve aynı renkti! KKM yazarı "Merhaba bilmem ne Hanım" diyecekti ama gerçekten adını hatırlamıyordu. 5 Dakika içinde hatırlamazsa internetten bakıp adını bulacağınu düşündü ama garson wireless şifresini vermek bilmedi. Ve 10.dakikadan itibaren iş işten geçmişti!!!


Triadou Haussmann Cafe'de zevki çıkarılamamış kahve tabağım
Flaş Flaş Flaş! KısaKahveMolası Yazarı Ünlüler Dünyasının Bilinmeyenlerini Duydu!!!


Triadou Haussmann Cafe
Bu ünlü oyuncunun yanında bir de KKM yazarının menajer olduğunu tahmin ettiği bir bayan daha vardı. Menajer, çok daha ünlü sanatçıların özel hayatlarına dair bilgiler vererek, taze ünlüye camiayı anlatıyordu ve yanlarındaki sandalye de oturan KKM yazarı hepsini duyuyordu. Artık, "Merhaba, ben Türk'üm, sizi tanıyorum" demek olmazdı, çünkü bu "Sizi tanıdım, söylediklerinizi duydum üstelik blogger'ım, hahhahhah!" demekle bir olurdu. Bir süre konuşulanları, bomba haberler veren, eğlenceli bir magazin programı gibi dinleyen KKM yazarının, konuşmaları anladığından şüphelenen taze oyuncu, bir şarkı tutturdu "merhaba yan masa, merhaba yan masa.." ama KKM yazarı hiç renk vermedi, veremezdi, oyuncu da, arkadaşına dönüp "Tamam tamam Türk değil, konuşabiliriz" dedi. Bir süre sonra da KKM yazarının konuşulanlardan içi bayıldı ve dinlemekten vazgeçti ama artık dinlenme hayalleri de suya düşmüştü çünkü Türkçe kitabını çantasından çıkarıp okuyamıyordu. Oyuncu sürekli KKM yazarına dönüp, internet şifresi istiyor veya ne yediğine bakıp aynısından sipariş vermek için laf açıyordu. KKM yazarı, İngilizcesinin aksanından Türk olduğu anlaşılacak diye kahvesini hızla içip mekanı terketmek zorunda kaldı...
Neyseki cafe'den kalktıktan sonra, gezmek için sona bıraktığı La Fayette Maison'u (Ev eşyaları mağazası) ve Gourmet'yi (Gurme ürünler) gezince KKM yazarı yorgunluğunu unutabildi...

La Fayette Maison ve La Fayette Gourmet'den Çektiğim Bazı Kareler:

Renkli mutfak eşyalarına ve duvara veya boş zemine yapıştırılabilen kitap desenli kartonlara bayıldım.






Buzlu camdan yapılan süs eşyaları çok hoştu ve tabii çok pahalıydı...


La Fayette'te en sevdiğim şeylerden biri de yemek takımlarıydı, üzerlerinde gördüğünüz fiyatlar 6 adet tabağın fiyatı. Tabii bavulda tabak taşımak hem ağırlık açısından zor, hem de yolda kırılabilirler...


























Yukarıda: Kesme şekerinizi nasıl alırsınız? La Fayette Gourmet kesme şeker reyonundan...

Aşağıda: Oyuncak bebek eşyaları ve kıyafetleri, müthişti...



20 Haziran 2012 Çarşamba

Yalnız Başına Paris Aktiviteleri - 1 : Louvre Müzesi

"Dünya'nın herhangi bir yerinde olsam şimdi" dedim dedim ve sonunda geçen hafta 3,5gün, hiç düşünmediğim bir anda ve süpriz bir şekilde Paris'e gittim. Gerçekten de tam hayal ettiğim gibi, kısa kahve molası verdim Ankara'ya...

Paris'te yaşasam sık sık Louvre müzesine gider, heykellerin veya tabloların arasında kitap okur, bir şeyler yazar ve müzik dinlerdim. Ya da... Paris'te yaşasam, bu dediklerimin hepsini "Yarın yaparım." deyip hep erteler ve günlük yaşama adapte olurdum. Belki bazı şehirlerde turist olmak en güzelidir.

1 Hafta önce yalnız başıma gezdiğim Louvre müzesinde, bir ilacın iyileştirebileceğinden kat kat fazla iyileştim. Bir kaç heykel ve bir kaç tablo beni o kadar etkiledi ki, döndükten sonra kim bilir kaç gün favori edindiğim ressam ve heykeltraşların hayatlarının araştırması içerisindeydim. Yani etkisi hala devam ediyor.

Louvre'un kapısına yarım saatlik bir metro yolculuğu ve bir kaç aktarma ile ulaştım. Tam ortasındaki cam piramiti görüp 'oh!' diyecektim ki, fotoğraf makinamı otelde bıraktığımı farkettim. Geri dönüp almak 1 saatimi yollarda geçirmek demek olduğu için, telefonla çektim en beğendiğim eserleri. Sonra çektiklerime baktığımda, fotoğraf kalitesinin düşük olması biraz canımı sıktı, çünkü bloguma koyacağım fotoğraflara bakıp eserleri biraz olsun değerlendirmek mümkün değil. Heykeller o kadar büyüleyiciydi ki, biraz baktığınızda, mermerden insan yaratmanın mümkün olduğunu, hatta içlerinde neredeyse ruhlarının da olduğunu bile hayal edebilirsiniz... Aşağıda resmi de olan, savaş sırasında babanın çocuğunu beslediği heykelin tüm ayrıntıları hala beynimde, önünde kaç dakika durdum kaç hikaye uydurdum anlatamam.... Üstelik müzede ilk girdiğim kısım da, bu heykellerin olduğu kısımdı, eğer her kısımda bu kadar kalsaydım, Louvre müzesi gezimi 3-5 eser görüp tamamlayacakmışım neredeyse...










İşte Dan Brown'ın kitabıyla kafamızı karıştıran, gerçek olup olmadığı hakkında türlü yorumlar olan Mona Lisa tablosu. Louvre Müzesinde, diğer tablolar gibi duvara asılı değil. Seyyar bir mermere asılı ve yine diğer tablolardan farklı olarak camla korunuyor. Lisa'nın gerçekte kim olduğu bilinmiyor. Leonardo Da Vinci'nin, bir tüccarın eşini, 2. oğlunun doğumu anısına resmettiği en yüksek ihtimallerden biri olarak düşünülüyor.
Mona Lisa'yı sağ taraftan koruyan 3 güvenlik
Mona Lisa'yı sol taraftan koruyan 3 güvenlik
Çantasının sapı kopmuş Louvre Müzesi Gazisi
Paris'e giderseniz, Louvre'a sabah erkenden girip gezmeye başlayın. Zaten 3 bölümden oluşan dev müzedeki tüm eserlere 1 dakika ayırırsanız, müzeyi gezmeyi 1 yılda bitirmek mümkünmüş! Bu 3 bölüm Richelieu, Sully ve Denon isimlerinde. En meşhuru ise Mona Lisa'nın da bulunduğu Denon bölümü. Zavallı Kısa Kahve Molası yazarı, Mona Lisa'yı görmek için girdiği kalabalıkta bir kaç Çinli tarafından ezilme tehlikesi geçirdiği gibi çantasının da sapının kopmasıyla huzurlu müze gezisi bir noktadan sonra eziyete dönüştü. Richelieu bölümünde de, Napoleon 3'e ait eşyaların bulunduğu kısım etkileyici, ihtişamlı ve popüler(Yukarıda fotoğrafları bulunan salon). Maalesef Sully bölümüne hiç giriş yapamadım...

Louvre müzesi giriş: 10 euro

16 Haziran 2012 Cumartesi

Jim Thompson ve Müthiş Evi

Jim Thompson'ın evi - internetten alıntı foto
"Bangkok'la ilgili yazacakların bitmedi mi?" diyor musunuz?
Bangkok'a 1 seneden daha uzun bir süre önce gittik ama gerçekten hala zaman zaman düşüncelerime dahil oluyor ve o dünyanın içine tekrar girmeyi çok istediğimde, blogumda yeni bir Tayland yazısı yazarken buluyorum kendimi.

Jim Thompson'ın evi - internetten alıntı foto

Jim Thompson'ın evinin müthiş bahçesi - maalesef evin içerisinde fotoğraf çekmek yasak...
Dışarıdan evin içini çekmeye çalıştım ama fotoğraf kalitesi düşük...
Jim Thomson evi çalışanı dinleniyor...



























Ve şimdi, Bangkok'ta belki de beni en çok etkileyen yeri yazacağım; Jim Thompson'ın evini... Aşırı sıcak Ankara gününde bu yazıyı yazmak beni serinletecek, tıpkı buharlaştığım bir Bangkok sabahında, Deniz, Chieko ve benim Jim Thompson'ın evinin yolunu tuttuğumuz gün, daha kapıdan içeri girerken yaşadığımız ferahlama gibi. (Chieko, Bangkok'ta tanıştığımız tangocu arkadaşlarımızdan biri ve gerçekten çok özel biri. Aslında kendisi Japon, eşi de Fransız fakat eşinin işi dolayısıyla Bangkok'ta yaşıyorlar, onu daha önce de yazmıştım: http://kisakahvemolasi.blogspot.com/2011/11/bangkokta-tango-yasemin-kokusuyla.html ve http://kisakahvemolasi.blogspot.com/2012/05/dunyann-herhangi-bir-yerinde-olsam_25.html )

Jim Thompson evinin restoran bölümü
Jim Thompson, 2. Dünya Savaşı sırasında, Amerika'nın Güneydoğu Asya'ya gönderdiği bir CIA ajanı, aynı zamanda New York'lu bir mimardır. Savaş bittikten sonra, Bangkok'a yerleşmiş ve o sırada neredeyse yok olmakta olan Tay ipeğini kurtararak endüstrileşmesini sağlamıştır. Aynı zamanda kendisine, kanal kenarında Tayland mimarisinden esinlenerek tik ağacından muhteşem bir ev yapmıştır, öyleki içerisindeki eşyalara paha biçilemiyor. Evi gezdiğinizde, çok ilginç mimari detaylarla karşılaşıyorsunuz, örneğin evin kanal kenarına kurulmasının nedeni yalnızca serin havasından faydalanmak değil, ani baskın sırasında kaçabilmek için kanalda her zaman muhafaza edilen kano olması. Jim Thompson, 1967 yılında Malezya'ya yaptığı bir gezi sırasında kayboluyor ve bir daha asla bulunamıyor. Bu gizem, evi gezerken sizi o kadar sarıyorki, hikayeyi dinleyen herkes gibi siz de kafanızda binlerce senaryo yazıp duruyorsunuz. Anlatılan senaryolar arasında, CIA ajanları tarafından kaçırıldığı, boğulduğu, aslında hiç ölmediği ve şekil değiştirdiği veya Malezya'da tekne gezisi yaparken timsahlara yem olduğu var...

Jim Thompson'ın bahçesinde dinlenirken
İşte Jim Thompson'dan aldığım çanta-şapka takımım ile Fransa'nın Eze Köyündeyim.
Şapkanın sert kumaşı istediğim şekilde katlandığı için bayılarak kullandım.
Bugün, evin bir kısmında, orijinal Tayland mutfağını tadabileceğiniz, Jim Thompson'ın harika bahçesinin ve havuzunun kenarına kurulmuş bir restoran ile, her yerde genellikle Tayland'ın her yerinde sahtesini bulduğunuz Tay ipeği ile yapılmış çeşitli şeylerin orijinallerinin satıldığı bir mağaza bulabilirsiniz. Mağazada kendinizi kaybedebileceğiniz kadar güzel ürünlerle karşılaşacaksınız. Bugün bir çok stilistin Tay kültürünü muhafaza ederek çalıştığı Jim Thompson markası, sanat eserlerine imza atıyor. Jim Thompson mağazası her sezon yeni ürünler çıkarıyor, özellikle Tay işi çanta ve şapkalar her sezon farklı modellerde oluyormuş. Bu takımları ilk kez Chieko'nun üzerinde görüp bayıldıktan sonra kendime de aldım :)
Jim Thompson evinin bahçesindeki nilüferler





























Jim Thompson'ın mağazaları yalnızca Tayland'da,  Singapur'da, Malezya'da, Almanya-Münih'te ve ABD-New York'ta bulunuyor. Hatta gitmek isteyenler için (benim de gidememek içimde kalmıştır) Tayland'da outlet'leri de bulunuyor. Adres ve Jim Thompson hakkında daha fazlası için mutlaka web
sitesini ziyaret edin derim: http://www.jimthompson.com/index.asp

8 Haziran 2012 Cuma

Madonna Konserine Gidememek...

Babamın bana aldığı ilk kasetlerden biri Madonna'nın "Who's That Girl?" albümüydü.
O zamanlar, şimdiki gibi sıkıldığım şarkıyı ortasında kesip diğerine geçmez, salondaki müzik setinde dinler dinler başa sarar iyice ezberlerdim ve hatta dinlerken danslar eder, eğer tv'de gördüğüm bir özel figürü varsa onları da uygulamaya çalışırdım. Ayrıca kasetlerin içindeki fotoğraflara uzun uzun bakar, yazıları da tekrar tekrar okurdum. O kağıtları katlama yerlerinden katlamazsam kağıtlar deforme olur ve bir süre sonra delikli yerlerinden kopardı. Kopan yerleri bantlamak bir çözüm gibi dursa da, bantlı yerlerin düzgün katlanmaması sonucu kasetin, kağıdıyla beraber kaset kabına sığmaması sinir ederdi beni. Neyse ki bu sorunları Madonna kasetinde yaşamadım. Hatta bu kaset bir kere bile sarmadı. Bu yüzden, Amerika'da müziğin daha kaliteli olduğuna kanaat getirmiştim, kağıdı da kaseti de iyi malzemedendi. Madonna'nın bu albüm içindeki ve kapağındaki fotoğraflarını pek beğenmediğim için, kağıda bakmaktansa şarkıları dinlemeyi tercih ettiğimi göz önünde bulundurmamışım herhalde.
Madonna @ İstanbul Arena - 7 Haziran 2012
Yıllar geçtikçe Madonna gençleşti, güzelleşti. (İnternetten baktım 1958 doğumluymuş yani şimdi 54 yaşında)
Fotoğraflarına bakmaya doyum olmaz bir hale geldi. Bir de üstüne İstanbul'a kadar geldi MDNA turnesi için. Gitmemek görmemek kayıp olurdu. Kaç tane vardı ki Madonna gibi? Bu düşüncelerle taa Şubat ayında 7.Haziran'daki konsere kesin gitme kararı aldım. Kalabalık bir grup da olacaktık, çok eğlenceli olacağından emindim her şeyin. Biz bileti aldıktan 10 dakika sonra biletler tükendi yazısını görmüştük. Tam zamanında almıştık!

Dün akşam Madonna konserine gitmek yerine başka heyecanlara yelken açmıştım. Şubat'ın kararı Haziran'a uymamıştı. Gece kalbimin bir kısmı Madonna'ylaydı, aklımın bir kısmı giden arkadaşlarımdan gelen fotoğraflardaydı. Madonna'yı görebilen, sesini canlı canlı duyabilen herkesin çok şanslı olduğunu düşünüyorum, uzun uzun dinlemek istiyorum geceyi. Neyse ki, kalbimin ve aklımın diğer yarısı beni çok heyecanlandıran başka planlar içindeydi... Yazımı burada bitirirken, bir de dilek dileyeyim bari: Bir daha gel Madonna!

3 Haziran 2012 Pazar

İstanbul Chill Out Fest Notları


Chill Out Fest 2012 - İstanbul 
20 Mayıs 2012'de Kemer Golf & Country Club'da çok güzel bir festivale katıldık. Bu yıl 7.si düzenlenen Chill Out Festival / İstanbul'dan söz ediyorum.

Hava sabah yağmurlu olsa da, öğleden sonra düzeldi ve bize güzel bir eğlence ortamı oluştu. Genel görüntü: 25 yaş üzeri gençler için paralı üniversite şenliğiydi diyebilirim. Üniversiteden bir kaç yıl önce mezun olanlar genellikle, mezun oldukları okulun veya diğer okulların şenliklerine katılmaya devam ederler. Ama gittiklerinde de eski tadı alamazlar. Chill-Out Fest onlara -bizlere :) - tam anlamıyla süper bir şenlik ortamı yaratmıştı. Üniversite şenliklerinin sabah eğlencesini özleyenler, seneye bilet almayı unutmasınlar. (2012 bilet fiyatı 80TL)

Festival alanı yağmur yüzünden biraz çamurlansa da, ortam güzeldi. Organizatörler, bir kaç gün öncesinden, yağmurun yağacağını dikkate alıp ona göre hazırlık yapabilirdi, bu konuda biraz eksiklik olduğunu söylemeliyim. Daha fazla şemsiye konulabilirdi, çok çamurlanan yerleri, yürümeyi kolaylaştırmak için bir şeylerle kapatabilirlerdi. Üstelik bu yeni bir organizasyon da değil, bu tip sorunlarla 7.kere karşılaşan bir şenlikten söz ediyoruz. Otopark da büyük bir sıkıntıydı ama aracınızı Kemer Country'ye gelmeden bırakıp festivale ait ring servislerine binebiliyordunuz.


Chill Out Fest 2012 - İstanbul 
Müzik dinlendirici ve sanatçılar başarılıydı. Akşam saatlerinde havanın da düzelmesiyle, Baaba Maal'ın sempatik tavırları ve hoş dansları festivalin pik yaptığı anlardı....