18 Eylül 2013 Çarşamba

Kahvemin Yanındakiler...

Yazacak çok şey olduğu halde bloguma yeni bir yazı ekleyemedim bir kaç aydır. Ne zamandır, blogumun başına oturduğumda, son yaşadıklarımı, seyahatlerimi ve yazmak istediğim dolu konuyu, nereden başlayıp, nasıl yazsam bilemiyorum. Bu yüzden çoğunlukla yazmadan kalkıyorum bilgisayarın başından. Sonunda, bir yerden başlayayım gerisi gelir, diye düşünerek bu yazıyı yazıyorum.

Şu sıralar, hayatta tam anlamıyla; yediğim, içtiğim, okuduğum, yazdığım, gezdiğim ve sevdiğim kadar var olduğumu düşünüyorum. Bu fikir belki çok sıradan gelebilir ama yaşama yedirmek, iyi algılamak gerçekten zor. Bu fikirden yola çıkıp son zamanlarda okuduğum dört kitabı paylaşıyorum. Bu ağır okuma halimden memnun değilim maalesef. Bloglarına, haftada bir bitirdiği kitapları koyan arkadaşları tebrik ediyorum. Ben bazen uzun aralar veriyorum, bazen bir cümleye dalıp gidiyorum veya çok irdeliyorum galiba. Ama son zamanlarda, gittiğim bir yazma kursu sayesinde, okuma hızımdan değilse de, okuduğumu çok daha farklı algılıyor olmamdan memnunum en azından.


Kış Günlüğü - Paul Auster : Paul Auster'ın kendi hayatından kesitleri anlattığı, sürükleyici bir kitap. Okurken, New York'un adeta kokusunu duyuyorsunuz. Auster, ailevi iç meselelerini irdeledikçe, belki sizin de kendi hayatınızı sorgulayacağınız bir günlük. 197 sayfa / Can Yayınları / Çeviri:Seçkin Selvi

Tatar Çölü - Yazar Mehmet Eroğlu'nun tavsiyesiyle okumuştum. Hayal ettiklerinize bir türlü adım atamıyorsanız, Dino Buzatti'nin Tatar Çölü'nde anlattıklarına kulak verin. Benim kadar ertelediğiniz hayalleriniz varsa, uzun süre bu romanın etkisinden çıkamayacaksınız, şimdiden söyleyeyim. 232 Sayfa / İletişim Yayınları / Çeviri: Hülya Tufan

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez : Bu romanın, Kavabata'nın "Uykuda Sevilen Kızlar" kitabının bir taklidi olduğunu duysam da, henüz sadece Marquez'i okuduğumdan bir yorum yapamıyorum. Fakat aynı konuyu ele alan iki yazarın da Nobel ödülü almış olması, bu yoldan gidebilecek üçüncü bir yazarın olup olmadığını düşünmeme yol açıyor. Bir saat içinde bitirebileceğiniz, ilginç bir hikaye. 94 sayfa / Can Yayınları / Çeviri: İnci Kut

Tutunamayanlar - Oğuz Atay: Bu yılın başından beri, Tutunamayanlar'la resmen 'cebelleştiğimi' itiraf etmeliyim. Selim Işık, içimi yakan, maalesef anlayabildiğim -onu anlamayı istemezdim-, hala 400. sayfada olduğum için keşfetmeye devam ettiğim ve sanırım benimle hep yaşamaya devam edecek bir roman karakteri. Selim'in izini süren Turgut, ilerleyen sayfalarda benimle de buluşsa hiç şaşırmayacağım. Roman bir kült, bugüne kadar inanılmaz harika yorumlar yapılmış. Kitaptan yorumlara, yorumlardan kitaba geçişler yapmaya, bir çok cümle sonrası düşüncelere dalmaya, yeniden bir kaç sayfa öncesine dönmeye, okudukça iyice "tutunamamaktan" korkmaya, bazı hikayelerle iç sızısı hissetmeye, Selim'in gerçekte hiç olmamış olmasını istemeye ama sonra kesinlikle var olduğunu bilmeye alıştım. Tutunamayanlar, aylardır gittiğim her şehirde bana yapışık, -bu yüzden mi acaba?- bir tarafımı hiç tutundurmayan, bazı sayfalarda başımın belası, bazı sayfalarda canımın içi, bazı sayfalarda safi sıkkınlık ve bunalmışlık veren, çok ama çok tuhaf bir roman. Bitirince tekrar yazacağım sanırım. Ne zaman bitirebileceğim bakalım... 724 sayfa / İletişim Yayınları