29 Aralık 2012 Cumartesi

Kısa Kahve Molalık Filmler

Vicky Cristina Barcelona



Barcelona yazılarını yazarken, seyahatimiz sırasında veya diğer anlarda, hiç aklımdan çıkmayan, bir çok sahnesiyle kafama yer etmiş, eğlenceli, enteresan aşk hikayeleriyle dolu, müthiş manzaralarıyla etkileyici mi etkileyici bir film; Barcelona Barcelona. Diğer adıyla, Vicky Cristina Barcelona.
Kendi içinde dolu dolu bir hikaye, hikayeyi saran ve sarsan bir şehir, müthiş oyunculuklar ve dinlemekten asla vazgeçmeyeceğiniz şarkılarıyla acilen izlemeniz gereken bir film. Şu sıralar kisakahvemolasi.blogspot.com 'da süren Barcelona yazı dizisini okurken, şehrin içine sizi daha hızlı sokacak başka bir yol daha yok. Woody Allen'ın en başarılı şehir temalı filmi bana kalırsa...





Özeti şöyle verilmiş: Merikalı Vicky ve Cristina İspanya’da bir yaz geçirirler ve gösterişli sanatçı (Javier Bardem) ve onun güzel fakat dengesiz eski eşi (Penélope Cruz) ile tanışırlar. Vicky (Rebecca Hall) evlenmek üzere olan muhafazakar bir kadındır. Cristina (Scarlett Johansson) ise cinsel serüvenlere açık özgür ruhlu bir kadındır. Kaderleri kesişen üç insan arasında doğan aşk ilişkisi kaotik sonuçlar doğuracaktır.

Cafe de Flore (Ruh Eşim)


Daha bugün izleyip bayıldığım bir film. İçinde neler yok ki! Reenkarnasyon, down sendromu, aşk, derin ve boyutlu ilişkiler ve tabii benim sevebilmem için yine şehirler; Paris ve Montreal. Her ne kadar bu kez şehirler, Barcelona Barcelona kadar belirgin değilse de, mekan, zaman ve konu müthiş ve düzgün işlemiş filme. Müzikler harika, filmi izledikten sonra saatlerce müziğe verdik kendimizi.


Filmi hiç görmemişiz, tesadüf eseri bulup izledik ve içimize işledi. Klişe ama doğru, bu kadar başarılı senaryoları yazanlar, bu kadar güzel müzikleri yapanlar, bu kadar iyi oynayan oyuncular bir arada olunca derinden etkilenmemek imkansız...


Konusu şöyle veriliyor: C.R.A.Z.Y. ile dünya çapında müthiş ilgi toplayan yönetmen Jean-Marc Vallée, Eylül ayında Venedik Film Festivali'nde prömiyeri yapılan son filmiyle izleyici karşısına çıkıyor. Bir adamla bir kadın arasındaki aşkı, bir anneyle oğlu arasındaki sevgiyi anlatan Ruh Eşim, sevgiye dair fantastik bir macera, aşk hakkında mistik ve doğaüstü bir yolculuk. Film, biri 1960'ta, diğeri günümüzde geçen ama birbirine paralel ilerleyen iki farklı olay örgüsünü izliyor. Birinde 1960'ların Paris'inde bekâr bir anne olan Jacqueline, Down Sendromlu oğlu için her şeyi feda etmeyi göze alırken diğer öyküde Montreal'de eşinden tatsız bir şekilde boşanan ünlü bir DJ konu alınıyor.

25 Aralık 2012 Salı

Barcelona - Plaça Reial'de Bir Yemek Molası

"Barcelona" isminden efsunlu bir şehir, duyduğunuz an kelimesinden büyüleniyorsunuz, hatta biraz daha araştırıp Gaudi'yi öğrenince tamamen görmeden hayran olup kapılıyorsunuz, eğer Woody Allen'ın gözünden biraz daha içine dalarsanız hiç gitmeden "benim şehrim" deyiveriyorsunuz... Ben yıllarca bu şehrin ismini, ritmiyle okudum içimde: BAR-ce-LO-na! Kimbilir ne cevherler vardı sokaklarında ve emindim ne büyük mimari yapılar kıymetsizdi Gaudi'nin kum gibi akan evlerinin yanında...


Oysa bu kadar kolay olmadı Barcelona'nın içine alması beni. En meşhur caddesi Las Ramblas'da çok çekici bir şey bulamadım. Sokak sanatçıları beklediğimin çok altındaydı, ressamlar da fazla turist işi resimler yapıyorlardı. Biraz ara sokaklara dalalım desek, tekin olmayan görüntüler ürkütüp kaçırıyordu yeni tanıdığım bu şehirde bizi. Deniz kenarına inince, devasa denizanaları ve yüzen pislikler moralimizi bozuyordu. Bu muydu benim BARceLOna'm?

Neyseki magnetler, Avrupa geneliyle kıyasladığımızda oldukça uygun fiyatlıydı; 1,5 euro'ya oldukça kaliteli yapılmış şeyler vardı. Sağda solda eğlenceli hediyelik eşya dükkanları buldukça, vakit harcıyorduk. Derken Plaça Reial'e ulaştık, binaların çevrelediği dikdörtgen biçminde geniş bir alan burası, binaların altı birahaneler (cerveceria) ve tapasçılarla dolu. Genç Gaudi'nin "Üç Güzeller Çeşmesi"ni görüyoruz, akerdeon sesi tatlı tatlı kulağımıza çalmaya başlıyor, etrafta güzel kokular var, sonunda meşhur "Les Quinze Nits"te kendimize yer bulup dinlenebileceğiz. Biraz ısınıyorum galiba şehre, ve zaten zamanla sevebiliyorum her şehri.

Plaça Reial'in giriş koridorlarından birinde, yukarıya bakış...

Plaça Reial'deki bir çok restorandan Les Quinze Nits'i ayıran bir şeyler var, diğerlerinin önünde bu kadar uzun sıralar olmuyor. Şöyle bir menülere göz gezdirince, en pahalı mekan da burası gibi görünüyor ama yine de abartılı değil (günün menüsü 9,40 euro, diğer yemekler de 5-20 euro arası değişiyor.). Herkes de, illa burada oturmamızı söylemişti, Ağustos'un öğle sıcağında bu uzun sırayı bekleyeceğiz, bir oturan da haklı olarak kalkmak bilmiyor, ne yapalım biz de merak ediyoruz, başka çare yok...Les quinze nits, Katalanca'da on beş gece demekmiş, on beş gece sürmesin bu bekleyiş?
Les Quinze Nits'in bir sandalyesine oturabilmek...
Neyse ki oturuyoruz sonunda. İlk dikkati çeken burnu havada garsonlar, ne derlerse o! Fena halde güneşin ortasına oturtuyorlar bizi maalesef. Üstelik sıcaktan yapışmışız, bulduğumuz koltuklara resmen yorgunluktan devrileceğiz, ama, o sırada gelen asabi garson, çantamı kucağımda tutmamı yoksa kafamı çevirdiğimde bulamayacağımı söylüyor. Vay canına, güneşin ortasında, yarım saat bekledikten sonra kucağımda çantamla süklüm püklüm yiyeceğim yemeğimi!


Yemeğimizi beklerken gelen, ikramlık zeytinler
 Neyse ki gelen yemek iyi. Barcelona'da, Ağustos ayında bulduğumuz en hoş yerlerden biri burası. Biz küçük tapaslarla doymaya alışamadık, burada ana yemeği bulunca gerçekten seviniyoruz. Bir de eğlenceli lezzetiyle soğuk bir sangria içince iyiden iyiye seviyoruz burayı. Tam karşımızda, parmakları hızlı hızlı tuşları gezen bir akordeoncu sevdiriyor belki de. Biraz daha uzaktaki üç güzellerin çevresinde oturan gençlerin kahkalarını izlemek güzeldi ya da...
Günün menüsünü seçtiğim için başta bol parmesanlı bir lazanya yiyorum, yanında ortalama bir şarap. Şimdi ne içtiğimi hatırlamıyorum ama o an buz gibiydi ve benim için bu yeterliydi...

Dört tarafı bina kaplı Plaça Reial'in bir köşesi. Benim çapraz manzaram...
Deniz, humus eşliğinde incir soslu ördek seçmişti ve beğenerek yemişti.
Benim ana yemeğim tavuk göğsüyle pilav. Maalesef pek kuru ve yavan, bir kaç çatal alıp bırakacağım...
Günün menüsünün sonu geldi, bu da tatlım. Ortası kremalı yumuşak bir kek. Üzeri karamel kaplı olunca her şekilde yerim tabii. Ama mutlaka tadılmalı mı, hayır...

Üç güzeller ve bir KısaKahveMolası yazarı. Plaça Reial'in tam ortası.
Gaudi'nin kimbilir kaç kez dokunduğu, uzaktan durup durup baktığı bir lamba. Şimdi üzerinden yıllar geçti ve KısaKahveMolası yazarı altında... "Şehri sahiplenmek, onu süsleyip püslemek ne yüce bir iş değil mi?" diye düşünüp duruyor ve Gaudi'yi, minicik bir lambasına bakıp saygıyla anıyor. 
Sokak lambasının detayı
Bu, Plaça Reial'e son uğrayışımız değil, bu ortam bizi sarınca ayaklarımız bir kez de akşam getirecek buralara...

Plaça Reial'in havasını merak edenler, içine bir de video görüntüleriyle girmek isteyenler için, bir de video hazırlayacağım. Sonra, Barcelona'nın keyifli noktalarını yazmaya devam edeceğim.

11 Aralık 2012 Salı

Barcelona'da Kalmıştık...

Kisakahvemolasi@Sagrada Familia
Geçen kışı Phuket yazılarıyla sıcacık geçirmiştim. Bu kışı da, Ağustos ayının aşırı güneşli Barcelona ve İtalya yazılarıyla geçirebilirim. Aslında blogumu yazın takip edenler, Barcelona ve İtalya'dan canlı yazdığım bazı iletilerimi okudular. Ama fazla içerikli yazılar değildi bunlar, genellikle kaldığımız yerlere ait, anlık gönderilerdi. O zamanlar blogumu yazısız bırakmaktan korkuyordum, bir süredir bunu bile, düşünmeye maalesef vakit bulamıyorum. Bazı takipçilerimin çok kıymetli "devam" dilekleri ve sırtımdan ittiren elleri, beni yazmaya sürüklüyor ama elim boş geri dönüyorum bilgisayarın karşısından. Bazen çok çok üzülse de, yazamıyormuş insan, ne diyeyim. O zaman, artık bu vicdan azabını bitirme zamanı!

Öncelikle bir kaç ay öncesinden alınan, THY kalitesinde, ortalama bir gidiş-dönüş Barcelona bileti alıyoruz ve buna 750TL veriyoruz. Sonra kisakahvemolasi.blogspot.com 'a giriyoruz, bu tarihler için bize Barcelona'da kiralık ev önermesini istiyoruz veya ortalama bir ev için www.booking.com 'u tarıyoruz. Şık bir daireyi de 4-5gün için 750-1000 TL arasında bir fiyata bulabiliyoruz, ve bunu kaç kişiyseniz aranızda paylaşıyorsunuz.

Sonra pasaport ve vize işlerinizi hallediyorsunuz. (Bu kısım aslında en zoru, daha önce de yazdığım gibi, pasaportunuzun rengi bordoysa, vay halinize...)

Buraya kadar yazdıklarımı tek seferde ödemek zorlu oluyorsa, uçak bileti için taksit imkanı sağlayan siteleri kullanabilirsiniz. Ev için de, kredi kartınızı yurt dışında 100TL üzeri harcamalarınıza taksit sağlayacak şekilde ayarlarsanız, ödeme sırasında bankanız bunu, otomatik olarak 5'e bölecek.

İspanya ve İtalya seyahatleriniz için, en az bir öğünü evde sebze, meyve yiyerek geçirmenizi öneririm. Çünkü sürekli makarna, pizza, tapa (İspanyolların minik mezeleri, genelde ekmeğin üzerine koyulan ufak atıştırmalıklar), bruschetta (ekmeğin üzerine zeytinyağı, domates ve sarımsak koyarak, her yerde farklı şekillerde sunuyorlar) gibi karbonhidrat ağırlıklı beslenmek bir süre sonra insanı mahfediyor. Hatta bende olduğu gibi, kalıcı 4 kiloya da neden oluyor.

Sangria (Meyve ile karıştırılmış Şarap) ve Patatas Bravas (Küp şeklinde kızartılmış patates, sarımsaklı mayonez ile.)

Barcelona, Gaudi'nin şehri. Müthiş mimarın eserlerinin izinden şehri turlamaktan başka çare yok. Çoğu okurun merak ettiği para konusunu hallettiysek, bundan sonra, gezi önerilerinden devam edebiliriz. Şimdi herkes, önce kendisinin, sonra çocuklarının emniyet kemerlerini sıkıca bağlasın!!!