29 Aralık 2012 Cumartesi

Kısa Kahve Molalık Filmler

Vicky Cristina Barcelona



Barcelona yazılarını yazarken, seyahatimiz sırasında veya diğer anlarda, hiç aklımdan çıkmayan, bir çok sahnesiyle kafama yer etmiş, eğlenceli, enteresan aşk hikayeleriyle dolu, müthiş manzaralarıyla etkileyici mi etkileyici bir film; Barcelona Barcelona. Diğer adıyla, Vicky Cristina Barcelona.
Kendi içinde dolu dolu bir hikaye, hikayeyi saran ve sarsan bir şehir, müthiş oyunculuklar ve dinlemekten asla vazgeçmeyeceğiniz şarkılarıyla acilen izlemeniz gereken bir film. Şu sıralar kisakahvemolasi.blogspot.com 'da süren Barcelona yazı dizisini okurken, şehrin içine sizi daha hızlı sokacak başka bir yol daha yok. Woody Allen'ın en başarılı şehir temalı filmi bana kalırsa...





Özeti şöyle verilmiş: Merikalı Vicky ve Cristina İspanya’da bir yaz geçirirler ve gösterişli sanatçı (Javier Bardem) ve onun güzel fakat dengesiz eski eşi (Penélope Cruz) ile tanışırlar. Vicky (Rebecca Hall) evlenmek üzere olan muhafazakar bir kadındır. Cristina (Scarlett Johansson) ise cinsel serüvenlere açık özgür ruhlu bir kadındır. Kaderleri kesişen üç insan arasında doğan aşk ilişkisi kaotik sonuçlar doğuracaktır.

Cafe de Flore (Ruh Eşim)


Daha bugün izleyip bayıldığım bir film. İçinde neler yok ki! Reenkarnasyon, down sendromu, aşk, derin ve boyutlu ilişkiler ve tabii benim sevebilmem için yine şehirler; Paris ve Montreal. Her ne kadar bu kez şehirler, Barcelona Barcelona kadar belirgin değilse de, mekan, zaman ve konu müthiş ve düzgün işlemiş filme. Müzikler harika, filmi izledikten sonra saatlerce müziğe verdik kendimizi.


Filmi hiç görmemişiz, tesadüf eseri bulup izledik ve içimize işledi. Klişe ama doğru, bu kadar başarılı senaryoları yazanlar, bu kadar güzel müzikleri yapanlar, bu kadar iyi oynayan oyuncular bir arada olunca derinden etkilenmemek imkansız...


Konusu şöyle veriliyor: C.R.A.Z.Y. ile dünya çapında müthiş ilgi toplayan yönetmen Jean-Marc Vallée, Eylül ayında Venedik Film Festivali'nde prömiyeri yapılan son filmiyle izleyici karşısına çıkıyor. Bir adamla bir kadın arasındaki aşkı, bir anneyle oğlu arasındaki sevgiyi anlatan Ruh Eşim, sevgiye dair fantastik bir macera, aşk hakkında mistik ve doğaüstü bir yolculuk. Film, biri 1960'ta, diğeri günümüzde geçen ama birbirine paralel ilerleyen iki farklı olay örgüsünü izliyor. Birinde 1960'ların Paris'inde bekâr bir anne olan Jacqueline, Down Sendromlu oğlu için her şeyi feda etmeyi göze alırken diğer öyküde Montreal'de eşinden tatsız bir şekilde boşanan ünlü bir DJ konu alınıyor.

25 Aralık 2012 Salı

Barcelona - Plaça Reial'de Bir Yemek Molası

"Barcelona" isminden efsunlu bir şehir, duyduğunuz an kelimesinden büyüleniyorsunuz, hatta biraz daha araştırıp Gaudi'yi öğrenince tamamen görmeden hayran olup kapılıyorsunuz, eğer Woody Allen'ın gözünden biraz daha içine dalarsanız hiç gitmeden "benim şehrim" deyiveriyorsunuz... Ben yıllarca bu şehrin ismini, ritmiyle okudum içimde: BAR-ce-LO-na! Kimbilir ne cevherler vardı sokaklarında ve emindim ne büyük mimari yapılar kıymetsizdi Gaudi'nin kum gibi akan evlerinin yanında...


Oysa bu kadar kolay olmadı Barcelona'nın içine alması beni. En meşhur caddesi Las Ramblas'da çok çekici bir şey bulamadım. Sokak sanatçıları beklediğimin çok altındaydı, ressamlar da fazla turist işi resimler yapıyorlardı. Biraz ara sokaklara dalalım desek, tekin olmayan görüntüler ürkütüp kaçırıyordu yeni tanıdığım bu şehirde bizi. Deniz kenarına inince, devasa denizanaları ve yüzen pislikler moralimizi bozuyordu. Bu muydu benim BARceLOna'm?

Neyseki magnetler, Avrupa geneliyle kıyasladığımızda oldukça uygun fiyatlıydı; 1,5 euro'ya oldukça kaliteli yapılmış şeyler vardı. Sağda solda eğlenceli hediyelik eşya dükkanları buldukça, vakit harcıyorduk. Derken Plaça Reial'e ulaştık, binaların çevrelediği dikdörtgen biçminde geniş bir alan burası, binaların altı birahaneler (cerveceria) ve tapasçılarla dolu. Genç Gaudi'nin "Üç Güzeller Çeşmesi"ni görüyoruz, akerdeon sesi tatlı tatlı kulağımıza çalmaya başlıyor, etrafta güzel kokular var, sonunda meşhur "Les Quinze Nits"te kendimize yer bulup dinlenebileceğiz. Biraz ısınıyorum galiba şehre, ve zaten zamanla sevebiliyorum her şehri.

Plaça Reial'in giriş koridorlarından birinde, yukarıya bakış...

Plaça Reial'deki bir çok restorandan Les Quinze Nits'i ayıran bir şeyler var, diğerlerinin önünde bu kadar uzun sıralar olmuyor. Şöyle bir menülere göz gezdirince, en pahalı mekan da burası gibi görünüyor ama yine de abartılı değil (günün menüsü 9,40 euro, diğer yemekler de 5-20 euro arası değişiyor.). Herkes de, illa burada oturmamızı söylemişti, Ağustos'un öğle sıcağında bu uzun sırayı bekleyeceğiz, bir oturan da haklı olarak kalkmak bilmiyor, ne yapalım biz de merak ediyoruz, başka çare yok...Les quinze nits, Katalanca'da on beş gece demekmiş, on beş gece sürmesin bu bekleyiş?
Les Quinze Nits'in bir sandalyesine oturabilmek...
Neyse ki oturuyoruz sonunda. İlk dikkati çeken burnu havada garsonlar, ne derlerse o! Fena halde güneşin ortasına oturtuyorlar bizi maalesef. Üstelik sıcaktan yapışmışız, bulduğumuz koltuklara resmen yorgunluktan devrileceğiz, ama, o sırada gelen asabi garson, çantamı kucağımda tutmamı yoksa kafamı çevirdiğimde bulamayacağımı söylüyor. Vay canına, güneşin ortasında, yarım saat bekledikten sonra kucağımda çantamla süklüm püklüm yiyeceğim yemeğimi!


Yemeğimizi beklerken gelen, ikramlık zeytinler
 Neyse ki gelen yemek iyi. Barcelona'da, Ağustos ayında bulduğumuz en hoş yerlerden biri burası. Biz küçük tapaslarla doymaya alışamadık, burada ana yemeği bulunca gerçekten seviniyoruz. Bir de eğlenceli lezzetiyle soğuk bir sangria içince iyiden iyiye seviyoruz burayı. Tam karşımızda, parmakları hızlı hızlı tuşları gezen bir akordeoncu sevdiriyor belki de. Biraz daha uzaktaki üç güzellerin çevresinde oturan gençlerin kahkalarını izlemek güzeldi ya da...
Günün menüsünü seçtiğim için başta bol parmesanlı bir lazanya yiyorum, yanında ortalama bir şarap. Şimdi ne içtiğimi hatırlamıyorum ama o an buz gibiydi ve benim için bu yeterliydi...

Dört tarafı bina kaplı Plaça Reial'in bir köşesi. Benim çapraz manzaram...
Deniz, humus eşliğinde incir soslu ördek seçmişti ve beğenerek yemişti.
Benim ana yemeğim tavuk göğsüyle pilav. Maalesef pek kuru ve yavan, bir kaç çatal alıp bırakacağım...
Günün menüsünün sonu geldi, bu da tatlım. Ortası kremalı yumuşak bir kek. Üzeri karamel kaplı olunca her şekilde yerim tabii. Ama mutlaka tadılmalı mı, hayır...

Üç güzeller ve bir KısaKahveMolası yazarı. Plaça Reial'in tam ortası.
Gaudi'nin kimbilir kaç kez dokunduğu, uzaktan durup durup baktığı bir lamba. Şimdi üzerinden yıllar geçti ve KısaKahveMolası yazarı altında... "Şehri sahiplenmek, onu süsleyip püslemek ne yüce bir iş değil mi?" diye düşünüp duruyor ve Gaudi'yi, minicik bir lambasına bakıp saygıyla anıyor. 
Sokak lambasının detayı
Bu, Plaça Reial'e son uğrayışımız değil, bu ortam bizi sarınca ayaklarımız bir kez de akşam getirecek buralara...

Plaça Reial'in havasını merak edenler, içine bir de video görüntüleriyle girmek isteyenler için, bir de video hazırlayacağım. Sonra, Barcelona'nın keyifli noktalarını yazmaya devam edeceğim.

11 Aralık 2012 Salı

Barcelona'da Kalmıştık...

Kisakahvemolasi@Sagrada Familia
Geçen kışı Phuket yazılarıyla sıcacık geçirmiştim. Bu kışı da, Ağustos ayının aşırı güneşli Barcelona ve İtalya yazılarıyla geçirebilirim. Aslında blogumu yazın takip edenler, Barcelona ve İtalya'dan canlı yazdığım bazı iletilerimi okudular. Ama fazla içerikli yazılar değildi bunlar, genellikle kaldığımız yerlere ait, anlık gönderilerdi. O zamanlar blogumu yazısız bırakmaktan korkuyordum, bir süredir bunu bile, düşünmeye maalesef vakit bulamıyorum. Bazı takipçilerimin çok kıymetli "devam" dilekleri ve sırtımdan ittiren elleri, beni yazmaya sürüklüyor ama elim boş geri dönüyorum bilgisayarın karşısından. Bazen çok çok üzülse de, yazamıyormuş insan, ne diyeyim. O zaman, artık bu vicdan azabını bitirme zamanı!

Öncelikle bir kaç ay öncesinden alınan, THY kalitesinde, ortalama bir gidiş-dönüş Barcelona bileti alıyoruz ve buna 750TL veriyoruz. Sonra kisakahvemolasi.blogspot.com 'a giriyoruz, bu tarihler için bize Barcelona'da kiralık ev önermesini istiyoruz veya ortalama bir ev için www.booking.com 'u tarıyoruz. Şık bir daireyi de 4-5gün için 750-1000 TL arasında bir fiyata bulabiliyoruz, ve bunu kaç kişiyseniz aranızda paylaşıyorsunuz.

Sonra pasaport ve vize işlerinizi hallediyorsunuz. (Bu kısım aslında en zoru, daha önce de yazdığım gibi, pasaportunuzun rengi bordoysa, vay halinize...)

Buraya kadar yazdıklarımı tek seferde ödemek zorlu oluyorsa, uçak bileti için taksit imkanı sağlayan siteleri kullanabilirsiniz. Ev için de, kredi kartınızı yurt dışında 100TL üzeri harcamalarınıza taksit sağlayacak şekilde ayarlarsanız, ödeme sırasında bankanız bunu, otomatik olarak 5'e bölecek.

İspanya ve İtalya seyahatleriniz için, en az bir öğünü evde sebze, meyve yiyerek geçirmenizi öneririm. Çünkü sürekli makarna, pizza, tapa (İspanyolların minik mezeleri, genelde ekmeğin üzerine koyulan ufak atıştırmalıklar), bruschetta (ekmeğin üzerine zeytinyağı, domates ve sarımsak koyarak, her yerde farklı şekillerde sunuyorlar) gibi karbonhidrat ağırlıklı beslenmek bir süre sonra insanı mahfediyor. Hatta bende olduğu gibi, kalıcı 4 kiloya da neden oluyor.

Sangria (Meyve ile karıştırılmış Şarap) ve Patatas Bravas (Küp şeklinde kızartılmış patates, sarımsaklı mayonez ile.)

Barcelona, Gaudi'nin şehri. Müthiş mimarın eserlerinin izinden şehri turlamaktan başka çare yok. Çoğu okurun merak ettiği para konusunu hallettiysek, bundan sonra, gezi önerilerinden devam edebiliriz. Şimdi herkes, önce kendisinin, sonra çocuklarının emniyet kemerlerini sıkıca bağlasın!!!

2 Kasım 2012 Cuma

Sevgili Dostum Münih

Münih - Saat Kulesi
Kısa Kahve Molası @ Münih Marienplatz
Metro durağından kafamı dışarı çıkardığım an, rönesanstan beri orada sanki beni bekleyen Peterskirsche Kilisesi'yle karşılaşmak dünyanın en harika duygularından biridir. Glockenspiel denen upuzun saat kulesini yeniden görebilmek, saatin birkaç metre altına yerleştirilmiş şirin kuklaların gösterisine denk gelebilmek ve buradaki geniş meydanda ferah bir Münih havasını ciğerlere çekmek gibisi yoktur. Yer altından çıktıktan sonra, rotam hep aynıdır; mutlaka Bavyera ürünlerinin yoğunlukla satıldığı dükkanlara doğru dümdüz devam ederim. Binalar hep eski ve bakımlı, çatıları hava koşullarından dolayı dik, pencereleri yüksektir. Asla fazladan tabela yoktur etrafta. Renkler sarı ve kırmızı tonlarında ve birbirine son derece uyumludur. Bazı çatılarda, küçük küçük dikdörtgen formlu, eşit aralıklı süslemeler vardır ve bunlar şehre o kadar özellik katar ki, pastanelerde bile bu evlerin görünümünde kurabiyeler satılır. Gerçekte bu kurabiyeler mi evlerden ilham almış yoksa evler mi kurabiyelerden, ayırd edemem. Sırf bu sebepten, benim için, çocukluğumda dinlemekten çok hoşlandığım Hansel ve Gratel hikayesinin geçtiği yer Münih'tir. Binalar, duvarlarını koparsam yiyebileceğimi düşündürecek kadar gerçekdışı görünürler gözüme.

Kısa Kahve Molası @ Münih Marienplatz
Kısa Kahve Molası @ Münih Marienplatz
Havanın neredeyse tüm yıl boyunca kapalı ve yağmurlu oluşunun aksine, dükkanlar her yerde rengarenktir. Guguklu saatlere, meşhur üstü kapaklı porselen kupalara, harika oyuncaklara, lezzetli görünen çikolatalara dalıp gittiğim pırıltılı, şık dükkanlar da aynı masalın parçaları gibidir. Bir dükkanda camdan kar küresini çevirip içlerine yerleştirilmiş manzaraları zevkle seyredalarım, bir başkasında içi lezzetli kremalarla doldurulmuş bir Alman pastasının tadıyla kaybederim kendimi. Yanımdan, uzun boyları, açık sarı saçlarıyla iri yarı insanlar geçer; ellerinde, kırmızı yanakları, maviş gözleri ve şirin kıyafetleriyle bembeyaz minik kızları veya kahverengi askılı pantolonlarının içine giydirilmiş beyaz gömlekli küçük oğlan çocukları olur. Bir kafenin cam kenarındaki ahşap masaya oturup kocaman bir bardakta bol köpüklü biramla bol hardallı sosisli sandviçimi yerken ulaştığım haz, dışarının soğuğu ve manzarasıyla birleşince ruhumu yakalar.
 Münih Marienplatz
Benim canım Münih'im, karanlık ama renkli, soğuk ama samimi, mesafeli ama olduğu gibi, hiç bir zaman doyamadığım çok sevgili bir dostum sanki!


11 Ekim 2012 Perşembe

Paris'te Sadece 1 Gün...

Yağmurlu, puslu ama canlı ve ferah bir hava var Ankara'da. Sanki Paris'in bulutları gelmiş üstümüze; ama maalesef sokakları ve yaşam tarzı değil...

Ben de kendimi Paris'e ışınlıyorum ve bugün Paris'te olsam, nasıl geçerdi günüm yazıyorum :)

Önce şarkımı açıyorum...

1. Saint Germain ve Saint Michel'den şaşmam. Rotam kesinlikle burdan başlar, benim için Paris'in lezzeti bu semtlerde...



2. Gelelim en "cool" merkezlerden birine. Saint Germain des Pres'ye. Les Deux Magots veya Cafe de Flore'a gidilmemiş bir Paris, Paris midir? Tabii ki hayır... Gidilir, kahvenin hası içilir, yanınızda 'hayatına Paris damga vurmuş' bir yazar varsa, güzel bi yad edilir...




3. Marketten bi şişe şarap iki de plastik kadeh alınır. Tereyağında kavrulmuş midyeyi, meşhur Leon de Bruxelles'den değil, şansımıza 8-9-10 Nisan'da Saint Michel'de açık olan Güney Fransa pazarından almıştık. Seine nehri kıyısında müthiş saatler böyle aylak aylak dinlenerek geçirilir...


4. Saint Michel'e gidip, Attila İlhan'ın şiirlerinde dahi geçen L'ecluse atlanır mı? Tartare yemeden, fois gras yemeden dönülür mü? Ben hayatta dönmem... Yanına da iyisinden bir Pomerol...

şimdi bir nefeste cafe de l'ecluse'ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri, her akşam burada toplanırlar
onlar için birtakım maceralar düşünürüm (Attila ilhan)



 5. Champs Elysees'ye gidip pasajlarda biraz modayı koklarım. Caddenin şıklığını gözlemek için, tabii ki Laduree'den siyah makaron alır, cam kenarına kurulurum...


 6. Biraz Champs Elysees turu yetmese bile, metroya atlar "Bir Hakeim" durağına giderim. Eiffel'e yürürüm, karşısındaki parkta tekrar dinlenir ve yapımında emeği geçen 72 kişinin (mühendisler ve bilim adamları) isimlerini okurum. Yıllarca kahrını çektiğim Fizikçilerdir bazıları, tanırım onları zaten...




 Ve işte şu görünen Eiffel manzaralı evlerde yaşamayı hayal ederim...
Hatta bu bayan gibi, Paris'te yaşayıp günlük yürüyüşümü Eiffel manzarasına karşı yapmayı da hayal ederim...
7. Akşam yemeği Saint Germain'de yine!
Akşam elbette Saint Germain'e geri dönerim. Yazımın başında dinlediğiniz müzik gibileri orada bekler çünkü akşam beni. Ayrıca ara sokaklarda keşfedilmeyi bekleyen süper restoranlar... (Bu arada bu fotoğraf akşam 21:00 gibi çekilmiş olmalı. Çünkü Paris'in tadına doyum olsun diye hava hep geç kararır, günler upuzuuundur.)



8. Hava karardı mı, doğru konservatuar öğrencilerinin çevresinde müzik yaptığı, karanlığın pek yakıştığı Louvre'a...  Binaların camlarından görünen müthiş heykelleri görmeye çalışmaya, merdivenlerde oturup sohbet etmeye...


Pufff!
Ankara'ya geri ışınlanıyorum... :)

10 Ekim 2012 Çarşamba

Saf ve Düşünceli Hallerim


Benim kafam karışık.
Sizleri sıkmadan, kısaca fikirlerimi yazmaya çalışayım...
Yazmak, insanın hiç otokontrol yapmadan, en temiz iç sesinin satırlara dökülmesi midir?
Yoksa bir tekniğe bağlayıp iç sesi biraz bastırmak mı gerekir?

1 aydır, Orhan Pamuk'un Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton ders notlarının yer aldığı "Saf ve Düşünceli Romancı" kitabı elimde (hala bitiremedim), her satırı dikkatle okuyorum, üzerine notlar alıyorum veya her zamanki bana ait işaretlemeler koyup duruyorum... Kitap aklımı iyice karıştırıp duruyor, durup durup düşünmekten kısacık kitabı bitiremiyorum.

Peki ben kitap okurken ne yapıyorum? Bazen safça okuduklarıma tümüyle inanıyorum ve kitapta geçen, her ama her şeyin, yazarın hayalgücü olduğunu düşünüyorum, sonra hemen de takdir ediyorum bunları hayal eden zekayı. Bazen de aşırı düşünceli bir biçimde, okuduğumla adeta hafif dalga geçip, yazarın alttan alta ne anlatmak istediğine, başka bir deyişle, aslında kitapta geçen olayın yazarın kendi hayatında gerçekleştiğine ve itiraf niteliğinde olduğuna inanıyorum; ki bu sefer de hemen ya acıyorum yazara ya da imreniyorun. Okuyan herkesin, romana daldığı anda kafasında yaptığı işlemler az çok böyleymiş meğerse (Orhan Pamuk'un kitabından anladığım)...

Şu an edebiyat bilgim sıfırın altında. Vakti zamanında edebiyat derslerine dikkat kesilen ama araziye uymuş "sayısal" tercih etmiş bir öğrenci olarak, lisede (10 yıl olmuş lise mezuniyetimin üzerinden) en son ne gördüysem o noktadayım. Üstüne de, okuma öğrendiğim andan itibaren ne bulduysam okuduğum, böylece 20 yılda edindiğim bir kaç ufak "okur gözü" tecrübesi. Başıma ne gelirse gelsin, ne yaşamış olursam olayım, "Eskiden ben de çok kitap okurdum, ama hayatımda şu şu olunca bıraktım" demeyecek kadar okuma aşkı. Kendimi bildim bileli de, içimden gelen bir yazma hevesi ("yazma öğrendiğim zamandan beri" yazmıyorum, çünkü yazma bilmeden önce de sadece kendime hitap edebilecek şekilde denemeler yapıyordum :) ) ki 1 yılı aşkındır bunu blogumla birleştirip okunur hale sokmaya çalıştım.

Şimdi sadede gelirsek, kafamı karıştıran şu: Edebiyata, hep sevdiğim bu yoldan, kendimce ve belki de en doğal halimle devam edip tekniğe hiç girmemeli miyim? Yoksa bir kaç teknik öğrenip işin şeklini, gerçeklerini anlayarak, daha özenli ve olabildiğimce emin adımlarla mı ilerlemeliyim?

30 Eylül 2012 Pazar

Yemek mi Yiyorum, Film mi İzliyorum :) (Prag'da Restoran Önerileri)

Ankara'da hava durumu hala 30 derece civarındayken, Prag'da şu günlerde 17 dereceye kadar düşecek gibi görünüyor. Havasından mı suyundan mı bilmem, bu melankolik şehre soğuk ve kapalı hava, çok yakışıyor. O kapalı ve romantik havaya da lezzetli bir yemek, müthiş eşlik ediyor.

Ve benim için, "yemek yemek" her zaman yalnızca "yemek yemek" değil. Çevrede mutlaka ilgimi çeken bir şeyler olur. İlginç kişiler, bir anne-çocuğun ilişkisi, kavga eden bir çift, tek başına bir kadın, ergen gençlerin sohbeti... Kısacası çevremdekilerin kim olduğu çok önemli de değil, ben izlerim ve fikrederim, o hayatlara bir kaç dakikalığına misafir olmaya çalışırım işte...

Bu yazının müziği için tıklayın...

OBECNI DUM  http://www.obecnidum.cz/

Belediyeye ait, oldukça turistik bir yer. Yalnızca yemek değil, güzel kahveler ve pastalar da bulabileceğiniz, şık ve tarihi bir mekan. İçerisi, artık Türkiye'de alışık olduğumuzun aksine sigara dumanından durulamayacak hallere gelebiliyor. Zaman zaman konserlere, moda şovlarına, önemli konferanslara ve büyük toplantılara da ev sahipliği ediyormuş, şanslıysanız bunlardan birine de denk gelebilirsiniz...
Obecni Dum binası önündeyim
Lezzetli pastalar garson eşliğinde dolaşıyor, yanınıza gelince garsonu durdurup pasta seçebiliyorsunuz.
Bir cafede otururken yalnızca tabağımdakileri bitirmeye çalışanlardan olmadığım için, Obecni Dum'daki gürültülü kalabalığı izlemek, çilekli doğumgünü pastamın lezzetini arttırmış olmalı. Hemen yakınımdaki masada, bir grup orta yaşlı kadının buluşması, dillerinden hiç bir şey anlamasam da, onlar hakkında fikir yürütmeme engel olmamıştı o gün. 5-6 kişilik çok samimi bu bayan topluluğunun şıklığı, bakımlılığı gözden kaçacak gibi değildi. En son, gruba rahibe kıyafetiyle bir bayan daha katıldı. Samimiyetlerinden, çok eski arkadaş veya akraba olduklarını çıkarmıştım. Rahibe kadının arkadaşlarıyla samimiyeti, yanındaki bayanın sohbetin ilerleyen dakikalarında başını rahibeye yaslayışı benim "Obecni Dum" için aklımdan çıkmayan sahneler...
Deniz de çay almıştı. Arkada rahibe kadının da olduğu bayanlar topluluğu minicik de olsa fotoğrafa katılmış, bu fotoğrafta grubun bir yarısı nedense masada yok. 

Sarah Bernhardt (Hotel Paris) U Obecniho domu 1080/1, Hotel Paris 
http://www.hotel-paris.cz/en/fine-dining-in-prague/


Prag - Hotel Paris içerisindeki Sarah Bernhardt Restoran
Unutulmaz bir akşam yemeğini Sarah Bernhardt'ta yemiştik Prag'da. Fransız yemekleri için ideal bir nokta olduğunu öğrendiğimizden, buraya gelmeyi baştan beri aklımıza koymuştuk ama son gece kısmet olmuştu gidebilmek. Yemeklerin lezzetine, o gece damağımıza kattığı şenliğe elbette diyecek hiç söz yok. Bir defa restorandaki garsonların başarısı, servisteki düzen, zerafet bile 10 üzerinden 10'u hak ediyordu. İçeride Fransız usulleri, bir sürü protokoller sürerken, nasıl oluyorsa harika bir sıcaklık da vardı ortamda.

Yanımızdaki masada, kişibaşı yaklaşık 300 TL'lik tadım menüsünden alan iki yaşlı bey oturuyordu. Onlara sürekli mini mini hazırlanmış hoş tabaklar geliyor, yanlarına da uyumlu olan içkileri servis ediliyordu. İki tadım arasında da sürekli Courvoiser konyaklar, armanyaklar, beyaz şaraplar uçuşuyordu. Yemek bittikten sonra, bunca karışık içkiden sonra yerlerinden kalkamayacaklarını düşündüğüm yaşlı beyler, sanırım tüm Çeklere özgü bir dayanıklılıkla su içmiş gibi masadan kalkacaklardı.


Sarah Bernhardt'ta ben ve yemeğim
Diğer gözüm, ortama uyum sağlayıp sağlamadıklarından emin olamayan, çok şeker görünümlü genç çiftteydi. Gencecik kızın mermer gibi cildine, sapsarı pırıl pırıl saçlarına biraz baktıktan sonra, aşırı özenilerek yaratıldığından hala emin değilseniz buğulu mavi gözlerinden gözlerinizi alamayarak kararsızlığınızı giderebilirsiniz. Dizlerine gelen siyah eteğinin üzerine, son derece sade bir beyaz bluz ve siyah hırka giymiş, az topuklu ayakkabılarla iddiasız kıyafetini tamamlamış, öylesine bir siyah tokayla saçlarını toplamış; sadece şık bir restorana geleceklerini düşünürken, burası için biraz özensiz olduğunu düşündüğünden sanırım, sürekli bir yerlerini düzeltme telaşı içindeki hali son derece sempati yaratmıştı bende. Sevgilisi de hakikaten yakışıklı, bu restoranı, bu özel gece için ayarlamış ama siparişi filan nasıl vereceğinden pek emin değil, sürekli bizim söylediğimiz şaraba bakıp, okuyabilirse, kopya çekmeye çalışıyor. Bunu farkedince, ben şişeyi çevirip yardımcı olmaya çalışıyorum çaktırmadan. Genç adam da; pantolon, ceket ve hatta kravatlı olmasına karşın converse'den vazgeçmemiş, kulağa çok demode ve sıradan gelse de, bu haliyle oldukça bohem ve tarz görünüyordu. Oysa o da kız arkadaşı gibi fazla kendine güvenli durmuyordu, zorlu menü soğuk terler döktürüyordu genç adama. Burnu havada olmayan bu halleri, doğallıkları üzerlerinde o kadar hoş duruyordu ki... İlerleyen saatlerde şarabın verdiği sıcaklık artacak, delikanlı cebinden minicik bir tek taş yüzük çıkaracaktı. Özenle yaratılan kızın yaşadığı sevinç, gözlerinden fışkıran mutluluk, tüm restorana yayılacak, gelen tatlılar olduğundan daha güzel gelecekti hepimize...

Hepi topu 3 masaydık Sarah Bernhardt'a o gece. Bizim tatilimizin son gecesiydi. Dışarıda buz kesen bir Kasım akşamını Prag'da geçirmek ne hoştu. Son kez Charles Köprüsüne uğrayıp tekrar güzel bir-iki sokak şarkıcısı dinledikten sonra, kaloriferlerinden buhar buhar sıcak fışkıran yüksek tavanlı loş evimize gitmek duygulandırıyordu beni. Bir daha Prag'a ne zaman düşecekti yolumuz kim bilir? 


Sarah Bernhadt'ta Deniz, arkasında işte o genç ve sempatik çift :)

21 Eylül 2012 Cuma

Dünya Çizgi Çizgiymiş, Ben Gördüm.

 Dünya Çizgi Çizgiymiş, Ben Gördüm.






















Tüm gezi blogger'larının mutlaka yazması gereken temel şeyleri yazacağım (ki zaten çoğu yazmış durumda).
Başını alıp gitmek, yabancı bir ülkeye gitmenin heyecanını yaşamak, hatta bazılarının deyimiyle "leyleği havada görmek" kolay değil.
Türkiye'de yaşıyorsanız yani, özellikle hazırlık aşaması gerçekten çok zor.
Önce gezmek için her şeyi göze alacaksınız, gezmeyi her şeyden çok isteyeceksiniz.
Yoksa inanın bana, herkes "lafta" gezmeyi çok seviyor ama nedense çok az insan geziyor.

ZANNEDİLDİĞİ GİBİ LEYLEĞİ HAVADA GÖRMEZSİNİZ
- Tayland'ı size blogumda uzuuun uzun anlattım. Rüya gibi masmavi suları, uzun plajları, müthiş doğayı, ardından leziz ve ucuz bir ıstakozu, en sonunda da tüm vücudunuzu dinlendirecek harika Tai masajını hayal edenlere sözüm :) Buradan Tayland'a 10 saatte uçuluyor arkadaşlar, var mısınız? Kaldığınız süre boyunca peynir-ekmek-et-süt-zeytin-domates filan yok, kahvaltıda bile karidese, tropik meyvelere, ne olduğunu anlamadığınız bir takım yiyeceklere tamam mısınız? Harflerine bile en ufak yakınlığınız olmayan Tai diline, İngilizcesi neredeyse olmayan insanlar karşısında ara sıra ter dökmeye? Her mahallesi internetteki fotoğraflardaki gibi olmayan Bangkok sokaklarında, hızla şehir merkezinden uzaklaştığını hissettiğiniz ve durduramadığınız bir taksi şoförü deneyimi de normaldir, ekleyeyim.
Amsterdam'da, vitrinde uyuyan bir minik kedicik...

ASLINDA ÇOK ZORDUR GEZMEK...

- Çok titizseniz gezmek hobi değil fobi olabilir. En hijyenik yer, kendi temizlediğinizden emin olduğunuz evinizdir, belgeselleri izleyerek Dünyayı gezdiğinizi hayal edebilirsiniz, hem de bedavaya! Zira bir arkadaşımızın Amsterdam'dan aktardığı tek hatıra "Yalap şap siliyorlardı garsonlar masayı, bu mu Avrupa?". E Avrupa, sandığınızın aksine hastanelerin yoğun bakım servisine hiç benzemiyor. Yani kaldırımlar alkolle filan temizlenmiyor. Evet, o insanlar yataklarının dibinde çıkarıyorlar ayakkabılarını. Hatta Avrupalı teyzeler evlerini çamaşır suyuyla da kırklamıyor. Sokakların, metroların genelde idrar koktuğuna da şaşırmayın. Ayrıca, nedense, ülkemizde neredeyse hiç sevilmeyen nam-ı diğer "tüylü yaratıklar" , Avupa'da ise kesinlikle hayatın bir parçası kedicikler, köpekcikler; metroda, züccaciyede, restoranda, cafede... Kısacası aynı bizler gibi, hakları olduğu üzere ve elbette medeniyetin getirisi olarak, onlar da her yerdeler.
Amsterdam'da Queen's Day sonrası sokaklar, meydanlar çöp içinde :)

GEZMEYE BAŞLAMADAN ÖNCE HER ŞEY, BÜYÜK EZİYETTİR...



- Gelelim "mutlaka yazılması gereken ilk şey"e;
Yurtdışına gitmek demek, vize almak demektir. Yeşil, siyah veya hizmet pasaportu olmayan bizim gibi sıradan bir vatandaşsanız, bununla her seyahatinizde uğraşırsınız. Öyle sanıldığı kadar kolay değildir gezmek. Bizimki gibi, her an dosyada hazır evraklar durur, dolabınızın bir köşesinde.

* Vize talep dilekçesi (internette vize talep dilekçe örneği diye aratıp ne yazmanız gerektiğini bulabilirsiniz.
* Biyometrik SCHENGEN VİZE fotoğrafı (2 adet, fotoğrafçınıza gideceğiniz ülkeyi söyleyin, onlar ülkeye göre boyutları ayarlarlar)
* Vize başvuru formu ( Hangi ülkeden giriş yapacaksanız formu o ülkenin konsolosluğundan veya büyükelçiliğinden alırsınız)
* Pasaport ve fotokopisi ( 1-4 arası sayfalar, vize olan sayfalar ve 60. sayfa)
* Şirkette çalışanlar için şirket antetli kağıda, yapılacak seyahatle ilgili vize talep dilekçesi
* Şirketinizle ilgili ticaret sicil gazetesi fotokopisi
* Şirketinize ait imza sirküleri fotokopisi
* Şirketinizin vergi levhası fotokopisi
* Şirketinizin oda sicil kaydı fotokopisi
* Kişinin son 3 aylık maaş bordrosu
* Kişinin son 3 aylık banka hesap özeti (bankadan çift ıslak imzalı) ( Hesap hareketli olacak, son bakiyesi kalacağınız süreye göre değişmekle beraber -kalacağınız süre en fazla 1 hafta ise- 1500 TL'nin üzerinde olmalı. Ayrıca son bakiye tarihinizle vize başvuru tarihiniz arasında maksimum 15 gün olmalıdır.)
* SSK işe giriş bildirgesi
* SSK'lı hizmet dökümü (e-devlet şifresi ile edinilecek)
* Yurtdışında kalacağınız otel/ev rezervasyonunuz
* Uçak rezervasyonlarınız (gidiş-dönüş)
* Varsa kiralık araç rezervasyonu ve tren bileti
* Eğer bir yakınızda kalacaksanız, gidilen şehrin belediyesinden onaylı davet yazısı
* Nüfus kayıt örneği
* Evlilik cüzdanı fotokopisi
* 30.000 Euro teminatlı seyahat sağlık sigortası (15 güne kadar ortalama 10 euro'ya yaptırabilirsiniz.)
* Varsa konut / araba tapusu

Unuttum sanmayın. Bunları hazırlamak için koşturduğunuz yetmez. Üstüne bir de 60 Euro Vize bedeli...

- Eğer öğrenci olarak okumaya gidiyorsanız öncelikle Allah kolaylık versin. Çünkü bunun 2 katı kadar daha belge hazırlayacaksınız.

- Yukarıda yazdıklarım, bir şirkette çalışan kişiler için gerekli dökümanlar. Ev hanımları, emekliler, iş yeri sahibi olanlar ve dediğim gibi öğrenci olarak gidecekler için dökümanların bazıları farklılık gösterebilir veya ek döküman gerekebilir.

- Birden fazla Schengen ülkesine gidecekseniz; en uzun kalacağınız ülkeden vize almalısınız. Eğer gün sayısı eşitse veya hangi ülkede ne kadar kalacağınız belirsizse ilk giriş yapacağınız ülkeden vize almalısınız.

- Vize başvurusu yaptığınız zaman, bir sebepten dolayı 6 ay veya 1 yıllık vize ihtiyacınız varsa, vize memuruna ilerleyen aylarda başka Avrupa seyahatiniz olduğunu bildirin. Varsa ileri tarihli geziniz için rezervasyon belgelerini sunarak, verecekleri dilekçeyi doldurmalısınız.

- İtalya, Hollanda veya İspanya'ya gidiyorsanız, konsolosluk görevlileriyle mülakat süreci geçirmeden 50 TL civarında bir ücret ödeyerek aracı kuruluşa başvuru yapabilirsiniz. İtalya ve Hollanda için İDATA, İspanya için VFS Global adlı şirketler, daha rahat bir şekilde vize başvurusu yapmanıza olanak sağlıyorlar.

Tüm bunları yaptıktan sonra, Dünya çizgi çizgi miymiş; yoksa sizin için sınırsız ve çook özgür mü hala?

Yine uçaktan Viyana manzarası