27 Eylül 2014 Cumartesi

Chicago'dan Merhaba!

Şu an Türkiye'deyseniz, sizin için Cumartesi sabahı 6:30; bizim için Cuma akşamı saat 22:30 ve Chicago'daki evimizdeki ilk saatlerimizi yaşıyoruz.
Yaklaşık 2,5 ay burada kalacağız ve blogumda Chicago için bir günlük tutmak istiyorum. Bu günlüğün bir amacı da, Amerika'da doğum konusunu merak eden anne adaylarına yardımcı olabilmek olacak, çünkü biz de bu amaçla burada olacağız.

Hamileyken Amerika'ya Girmek

Buraya gelirken en büyük bilinmezlerden biri, hamileyken ülkeye giriş yapmanızın yasal olup olmadığıdır. Eğer çalışıyorsanız büyük ihtimalle benim gibi 33-34 haftalık hamile iken ABD'ye gelmeyi tercih edeceksiniz (36 haftalığa kadar giriş serbest ama doktor tavsiyesi 33-34 haftayı geçmemek oluyor genelde). Bu haftalarda da karnınız bariz bir şekilde belli oluyor ve saklamak da gerçekten zor oluyor.

Girer Girmez Yakalandııım!

Siyah giyinip, kazak, fular, palto ve kocaman çantalarla kendimi tamamen kamufle ettiğimi sanarak bir kaç saat önce ABD'ye giriş yaptım. Girer girmez hamile olduğum anlaşıldı :) Gümrüğü geçtikten sonra, 2 polis memuru pattt diye yanıma yanaştı ve "Hamile misiniz, kaç aylık hamilesiniz?" diye sorular sormaya başladılar. İnanılmaz panik oldum... Hamileyken ülkeye girmenin yasal olduğunu iyice araştırmamıza, genel olarak gayet soğukkanlı bir insan olmama rağmen, polislerin karşısında resmen dağıldım. Buraya, annem, babam ve eşimle geldik, hepsi valizleri almak için körüğe yönelmişti. Beni gafil avladılar :)

Eşim Deniz, durumu anında farkedip süpermen gibi yetişti. Her şeyin doğrusunu hiç saptırmadan söyledi. Evet hamileyim, 8 ay bitti. Evet buraya aynı zamanda doğum amaçlı geldik. Yanımızda şu kadar nakit var, kredi kartlarımızda şu kadar boşluk var. Doğum için düşündüğümüz hastane şu, hastanedeki doğum fiyatı bu. Karı koca mühendisiz, ayda şu kadar kazanıyoruz. Çocuğumuz erkek. İsmi ne olacak? Ben tamamen şok vaziyette konuşmaları dinliyorum. Sorular adeta bitmiyor...

İşlem Tamam Derken...

Tüm dürüstlüğümüzle verdiğimiz cevapları dinleyen polisler, uçakta dağıtılan, doldurmuş olduğumuz ABD giriş formumuza bir numara ve bir kaç harf yazdılar. Sonra bizi tebrik ettiler. "Müthiş bir proje çocuklar, mutluluklar size" dediler. Vallahi sonuç ne olursa olsun, benim elim ayağım boşalmıştı. Allahtan valizlerimiz çabucak geldi, toparlandık ve kapıya yöneldik.

O da nesi... Bir kontrol daha! Yine bir sürü polis... Merhabalaşmalar. 2,5 ay Amerika'ya gelmek mi? Ne yapacaksınız 2,5 ay, vs... Bu kez doğum konusunu sorgulamadılar ama süreyi baya sorguladılar. Bu ikinci sorgu da adrenalimin bir süre daha tavanda kalmasını sağladı.

Korkacak bir şey yokmuş!

Deniz'in en zor derslere bile çok iyi hazırlanan yanına müteşekkirim. Her şeyi gayet sakince ve güzelce toparladı. Üstüne tüm bu polis sorgularında dut yemiş bülbüle dönen ve çılgına dönmüş vaziyette çıkan beni de bir güzel sakinleştirdi.

Jetlag'iz bir yandan :)

Şimdi evdeyiz. ABD'ye ilk gelişim ve Avrupa'yla filan ilgisi olmayan bir devler ülkesinde gibiyim. Burası büyülü, inanılmaz, başka bir evren desem yeri. Şu an herkes uyudu, bir tek ben ayaktayım :) Bir yandan evimizin güzel gece manzarasını izliyorum bir yandan ilk yazımı tamamlayıp ben de artık uyumak istiyorum :)

Oğlumuza anlatacak maceralarımız şimdiden birikiyor!
Yeni hayata merhaba...

24 Eylül 2014 Çarşamba

Bir Varmış Bir Yokmuş...

"23 Eylül" sizin için ne ifade ediyor?
Uzun gecelerin başlangıcını mı, sonbaharın ilk gününü mü, coğrafi bir ekinoks tarihinden başka hiç bir şeyi mi?
Benim için de, tam 11 yıldır bunlar dışında hiç bir anlamı yok "23 Eylül"lerin.
Ondan önce, hayatımın en önemli kişilerinden birinin doğum günüydü. Kutlanmamış bir 23 Eylül bilmezdim...

O son 23 Eylül'ü bir kaç gün geçmişti sadece.
Bazı konuşmalar içinize çok fena yer eder, öyle bir sohbetin içindeydik.
Son 1 yıldır kurmaya içimizin elvermediği cümleleri, kolayca sıralamaya hazırdın.
Bunu fark etmiştim, hiç bir şey duymak istemiyordum, ağır gelecek her sözüne, esprili bir cevap vererek ortamı yumuşatmak üzere defansta bekliyordum.

Her şey çok zordu artık. Hastalığın son safhasında, vücudun zapzayıf, direncin tamamıyla kaybolmuş, zorlu ağrılarla baş ediyordun. Bunların tümü benim ruhum için geçerliydi. Başımıza bir şeyler geleceğini iç sesim söylese de, kendime asla itiraf edemiyordum, dehşet bir çaresizliğin içindeydim. Yıllar sonra bir arkadaşımız o günleri anarken, beni "öyle ya, sen on dokuzunda, koca bir kadındın" diye tarif edecekti.


O gece, günlerce hiç bir şey yiyememenin ardından, yarım kase domatesli şehriye çorbasını zorla içmeye çalışmıştın. Hepimize umut olmuştu bu. Bulduğumuz moral, sana da iyi geldi.O güçle bana sordun:

- "Söylesene Mir, 10 yıl sonra, sen nasıl biri olacaksın? En detayıyla anlat, anlattıkların hafızama kazınsın..."

Sana inanılmaz umutsuz bir "10 yıl sonraki hayatım" tablosu çizmiştim. Ne demek istediğini anlıyordum, senden daha umutlu olmak istemiyordum. Zaten, o günlerin getirdiği hissiyatla daha iyisini düşünmek imkansızdı. Hatta o koşullarda bana gayet iyi gelmişti bu tarif.

-"Peki Mir. Sen bunları yaparken, ben uzun pembe bir elbise giymiş olacağım. Sana bembeyaz bulutların üzerinden bakacağım. Sen mutlu olunca, ben de mutlu olacağım, bunu unutma. Saçlarım, eskisi gibi uzamış olacak. 10 yıl sonra..."

Bu, ikimizi de kahretmişti. Nasıl da bu cümleleri kurabilmiştin, beni yakıyordu söylediklerin, esprili bir karşılık bulamazdım bunlara artık. "Saçmalama" dan öteye gitmeyen gevelemeler dışında hiçbir cevap kalmıyordu bana. O gece en sert perdeden girdin hep. Benim çok üzüldüğümü görünce vitesi azalttın.

-"Tamam Mir, bunlar çook sonra olacak. 10 yıl sonra..."

Benim için o 23 Eylül'ün ardından, bugün tam 11 yıl geçti. Sen, sadece 30 gün daha görebilmiştin.

Biliyor musun, burada olsaydın yeni yaşında "Teyze" olacaktın.
Oğluma, gökyüzünde gördüğü en güzel bulutların üzerinde, pembe uzun elbiseli, upuzun saçlı bir melek teyzesi olduğunu söyleyeceğim. Oğlum mutlu olunca, o da çok mutlu olacak...