28 Şubat 2013 Perşembe

İlk Evimiz, İlk Komşularımız...


Bir yaz günü, evde kısacık bir balkon keyfi yapabilmiştim.
O kadar nadir bir an ki, fotoğrafını çekmişim.
Ev sahibemizin kırık dökük evini 2 yıl boyunca onarmaktan, bu harcamalarımızın karşılığını kiradan filan düşmeyi bırakın, ev sahibinden neredeyse azar işitmekten bıktık. O kadar uzun ve saçma konular ki, yazmaya üşendim şu an. 2 Yıl boyunca bir kez bile kiramızın gününü aksatmadık, bunun ödülü olarak maaşımıza yapılmayan zam oranları kiramıza yapıldı. İlk zam yılımızda dudak uçuklatan kira zammı talebini duyunca, telefonla arayıp orta bir nokta bulmaya çalıştık. Ne de olsa biz de evleneli 8-9 ay olmuştu, anlayışla karşılanacağımızı düşünmüştük. Telefonu kapattıktan sonra bir kaç saat içinde, evimize ve iş yerlerimize ihtarlar geldi. Oysa biz, belirttilen zammı telefonu kapatır kapatmaz yapıp kirayı yatırmıştık. Banka yerine, notere giden ev sahibemizin niyetini en güzel bu olay açıklamıştı.

Bugünlerde okuduğum Paul Auster'ın "Kış Günlüğü" kitabındaki Fransız komşu bizde de mevcuttu. Yüksek kahkaha sesinden, masadaki çatal bıçak sesine kadar, bizi evine kurduğu özel sistemiyle dinlediğinde duyabildiğini zannettiğim alt komşumuz... İki yıl boyunca her güzel anımızda şikayetle geldiniz, tüm hatıralarımızda varsınız, bizim için artık unutulmazsınız! Mesela yılbaşında kapıyı çaldığınızda saat 1:00 olmamıştı daha. Bir gece arkadaşlarla kağıt oynarken vurup durmuştunuz tavana ve biz kısık sesle kahkahalar atmaya çalışmıştık. Oyunun sonuna kadar bize sopanızla eşlik edince, size de bir ASPAVA dürüm söyleyecektik siparişi verirken. 

Deniz'in yokluğunda, uyanmakta geciktiğimi hisseden Cici kuşumuz,
beni horoz misali uyandırmaya gelmişti.
Kapıcımız da alt komşudan yana oldu hep, ne yaptıysak bizim cepheye geçiremedik! "Şu apartmandan sabahları böyle koşarak çıkan bir sen varsın" deyip arkamdan her sabah süpürgesiyle kıs kıs gülünce aramız iyiye gidecek sandım, yanılmışım. "Gençler yine arkadaşlarınız geliyor eve, gürültü yapmayın haa!" uyarıları, onunla aramızdaki rutinimiz oldu. 

Her şey de kötü değildi elbette! Kattaki komşularımızın tüm bu olaylarda hep arkamızda oluşu, her gün güler yüzlerini görmek çok güzeldi. Onların şeker torunlarının, bizim katta duran rengarenk bisikletleri çok hoşuma gitti hep. Bir de yan komşumuzdan sürekli harika yemek kokuları yayılmıştır ve biz bazen kendimizi tutamayıp "Tanrı misafiriyiz" diye zillerini çalmamak için zorlandık. Ne piştiğine dair tahminlerimiz de öyle abartılıydı ki, ayrıca yazı konusu olabilir.

Evde -gürültüsüz- bir film keyfi.
Bir akşam eve gelirken, reklam panosunda aşure reklamı görmüştük ve feci halde canımız istemişti. Tam kapıyı açtığım sırada, üst komşunun elinde aşureyle tanışmaya geldiğini görünce kendimi kaybetmiştim, zıplayarak, ellerimi çırparak filan teşekkür ettim. Kadıncağız öyle şaşırdı ki, beş dakika sonra daha büyük boy bir tabakla geldi. Sonra kısık sesle, evde oğullarının yaptığı gürültüden kendisinin bile şikayetçi olduğunu, bizden özür dilemeye gelmekten çekindiğini söyledi. O sırada içimden "Siz her gün bir kase aşure getirin, idare ederiz durumu" demek geçtiyse de, gürültüyü hiç farketmediğimizi pat diye itiraf edivermiştim.

Artık bu evden gitme vakti yaklaştı. Sabah kapıcımızdan gelen yeni şikayete "Artık sizin için bir şey yapamayız, zaten gidiyoruz biz yakında..." deyince gözleri yuvalarından fırladı adamcağızın. Kimi dert edecek, alt komşuyla birlik olup ne için şikayetlenip duracak şaşırdı galiba...