24 Ekim 2011 Pazartesi

Emine Uşaklıgil, Cumhuriyet Gazetesi ve İlginç Cam Evi..

Bu yazıyı geçen hafta Perşembe gününe yetiştirmek istiyordum ama bir kaç şey araştırmak ve toparlamak bugünü buldu...
Emine Uşaklıgil
Hanzade Sultan
Emine Uşaklıgil... 1944 doğumlu. Anne tarafından dedesi Halid Ziya Uşaklıgil, baba tarafından dedesi Yunus Nadi(Abalıoğlu). İlk eşi, Osmanlı soyundan güzel Prenses Hanzade Sultan’ın oğlu Mısır Prensi Ahmet Rıfat İbrahim. İkinci eşi ekonomist Asaf Savaş Akat. Büyük halası Atatürk'ün eşi Latife Uşakizade. Bütün bunlara rağmen, izlediğim bir televizyon programında kendisine söylenen "Beyaz Türk, sosyetik, eski Prenses" gibi sıfatları reddedip, son derece mütevazi; "iyi ailenin iyi okumuş çocuğu" sıfatıyla yetinebileceğini söylüyordu. 


Emine Uşaklıgi, tüm bu "marka"ların uzağında, büyükelçilik yapan babası Bülent Uşaklıgil sayesinde Fransa'nın Vichy kentinde doğmuş. Paris Institut d'Etudes Politiques'ten mezun olup Türkiye'ye, dedesinin (Yunus Nadi) sahibi olduğu Cumhuriyet Gazetesinde çalışmaya gelmiş. O zamana kadar tüm hayatı yurtdışında geçtiği için, ilk geldiğinde Türkiye'de tek bir arkadaşı bile yokmuş. Gazeteye başladığında, ailenin geri kalanının yönetim hakkındaki fikirlerini de bilmiyormuş. Yunus Nadi'nin ölümünden sonra, eşi Nazime Hanım Cumhuriyet gazetesindeki idareyi büyük oranda ele almış, en büyük oğlunun gazeteyi sahiplenmesinden yana da oldukça katıymış. Abalıoğlu ailesinin en büyük oğlu Nadir Nadi de, Nazime Hanım da Emine Hanım'ın gazetede fazla söz sahibi olmasını istemiyormuş. İşte bu gibi aile içi parçalanmalar ile Cumhuriyet gazetesinin başına gelecekler de bu noktadan itibaren başlıyor.
Halid Ziya Uşaklıgil




Yunus Nadi
Emine Uşaklıgil'in; Cumhuriyet'e ilk girdiğinde; gazetenin izlediği yanlış politikaları (darbeyi destekleyen solcu bir gazete idi Cumhuriyet!), Atatürk'ü tekelinde tutma ve tabu gibi tanıtma güdüsünü kırma, daha genç bir bakış açısı kurma hayalleri vardı. Hasan Cemal ve Oktay Gönensin'le birlikte gazeteyi gençleştirme fikrini savunduğu sırada İlhan Selçuk cephesi bu düşünceleri reddetmekteydi. Sonunda gazetede büyük bir patlama yaşandı. 1992'de İlhan Selçuk ve ekibi gazeteden ayrıldı, hatta okura da gazeteyi boykot çağrısında bulundu. İlhan Selçuk'un bu isteği okur üzerinde etkili oldu belki ama Cumhuriyet gazetesi de bir daha kendini toparlayamadı. Oluşan ikilemden dolayı gazetenin yaşadığı bu çöküş de aslında kimseye yaramadı.1992'de Emine Uşaklıgil de Cumhuriyet'ten ayrıldı. Bundan sonra Cumhuriyet'te neler oldu henüz tam olarak bilmiyorum (ilgimi çektiği için araştırıyorum ve okuyorum) ama bir süre sonra gazete Abalıoğlu ailesinden tamamen çıkıyor, başa önce İlhan Selçuk geliyor, onun ölümünden sonra da Orhan Erinç. Abalıoğlu ailesinin büyük hırslarla yönetmekte olduğu gazeteden ayrılan Emine Hanım, bu ayrılık üzerine ailede parçalanmalar yaşandığından bahsetmiş, öyle ki annesi ile yıllarca konuşmamış. Emine Hanım, gazeteden kimseyle de yıllarca görüşmemiş, ta ki bir açıklama yapma vakti geldiğini hissedip "Benim Cumhuriyet'im" kitabını yazana kadar. Kitap için görüştüğü isimler arasında Hikmet Çetinkaya ve Şükran Soner var. Bu sırada İlhan Selçuk çok hastaymış ve zaten kitap yazılırken de ölmüş, dolayısıyla kitap için bir araya gelememiş (1992'de gazeteden ayrıldıktan sonra İlhan Selçuk'la görüşmemişler). Emine Uşaklıgil'in bu kitabı, bir nevi geçmişteki çalışma arkadaşlarına duyulan şiddetin belgesi gibi görülebilir. Bu yüzden bazı kişilerde, kitabın istemli olarak İlhan Selçuk'un ölümünden sonra çıktığı görüşü oluşmuştu. Emine Hanım bu iddialara, kitabı İlhan Selçuk'un ölümünden çok önce yazmaya başladığını ve 4senede tamamladığını söyleyerek cevap veriyor.


Kitaptan ve Emine Hanım'la yapılmış röportajlardan ilginizi çekeceğini düşündüğüm bazı notlar:


Cemal A. KalyoncuAksiyon 25 Kasım 2000
"Danimarka'da başlıyorum ilkokula. Oradaki en iyi okul, anne ve babamın kafasına göre Fransız okulu olduğu için hasbel kader Fransız sistemi içinde okudum, orta, lise ve üniversiteyi." Henüz onbir yaşlarında iken diplomat olan babası ile politika sohbetleri yapan birisi olan Emine, orta okul öğrencisi iken okuldan uzaklaştırılır: "Danimarka'da bir rahibe okulu idi. Sevmediler herhalde. Babama birgün okuldan bir telefon geldi. Ben bekliyordum da biraz. Telefonda 'Biz bu çocuğu artık istemiyoruz' dediler. Herşeye cevap verir, tartışırdım. Sonuçta babam, verebileceği en büyük cezayı verdi, hiç bir şey söylemedi." Fakat Bülent Uşaklıgil, kızının eğitimi için başka bir okul düşünmediğinden kızına mektupla eğitim aldırır. Bu ceza bir yıl sürecektir: "1960 senesinde babam Kahire'ye büyükelçi olarak atanınca bayram ettim. Dört duvar arasından kurtulacaktım çünkü."
"Evlilikleri konuşmuyoruz. Çok sıkıcı. İki kere evlendi, iki kere boşandı ve adlarını anmıyor. Şimdi de çok mutlu bir beraberliği var deyin. Nokta." 
Uşaklıgil, evlendikten sonra bir süre gazetecilikten uzak kalır. Daha doğrusu zorunda kalır: "Ona gelmek istiyorsanız, çok hafif bir küsme var. Şöyle ki. Ben evlendiğim dönemde diyorum ki; 'Bir süre için part time çalışabilir miyim?' 'Hayır' cevabını alınca, 'Madem öyle..' diyorum ve ayrılıyorum." Emine Uşaklıgil, 1977'ye kadar gazeteciliğe dönmez. Simultane çeviri yapar. Tekrar gazeteciliğe dönüş yaptığında bu kurum, annesinin yönetim kurulu üyesi olduğu ve hissesi bulunduğu Cumhuriyet'te değil, Günaydın grubunda çıkan Ayrıntılı Haber gazetesi olacaktır. Peki neden Cumhuriyet değil de Günaydın gazetesi?: "Çok basit. Çünkü Cumhuriyet bana iş teklif etmiyor. Ordan büyük bir istek görmüyorum. Ben de kapılarına dayanmıyorum." Uşaklıgil, yaklaşık iki yıl yayın yapan Ayrıntılı Haber'de bir yıl kadar çalışır: "Cumhuriyet gazetesinde Oktay Akbal diyor ki Nadir Nadi'ye, 'Yeğenin orada. Neden orada da burada değil?' O nedenle gel diyorlar." 

İlhan Selçuk kazandı ama Cumhuriyet kaybettiMURAT TOKAY Zaman 20.03.2011
Sizin ve Hasan Cemal'in katkısıyla gazete bir ivme kazanıyor... 
1980'de Hasan Cemal'in Ankara temsilciliğine geldiği tarihten itibaren bir gençleşme yaşandı. Bir ekip kuruldu. Köşeler daha az oldu. Hasan Cemal, Okay Gönensin ve Emine Uşaklıgil üçlüsü daha dinamik bir gazete yaptı. Attığımız adımların çoğu başarılı oldu. Bu arada çeşitli krizler yaşandı. 1992'de İlhan Selçuk ve ekibi gazeteden ayrıldı. Okura boykot çağrısı etkili oldu. Gazete okur kaybetti. Daha sonra ayrılan ekip yeniden döndü. Gelin görün ki ayrılan okur bir daha gelmedi. Ben 8 Nisan 1992'de geri dönmemek üzere gazeteden ayrıldım. 
Sizin için yengilgi miydi?
Yenilgi demeyelim de başarılı olamadım. Zafer, İlhan Selçuk'undu. "Küçük olsun benim olsun"cular galip gelmiş, gazeteyi sadece gazete olarak görenler ise mağlup olmuştu. Atatürkçülüğü tekelinde görenler Cumhuriyet'e el koymuştu. Ama bu iç savaşta kimse kazanmadı. Asıl kaybeden Cumhuriyet oldu. 
Bu yenilgide Hasan Cemal'in büyük payı olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa Hasan Cemal kitabında farklı anlatıyor ... 
 
İlhan Selçuk'la ilk karşılaşmanızda bir şok yaşıyorsunuz. İlhan Selçuk size: "Damarlarında akan Halid Ziya Uşaklıgil'in kanı, neyse ki Yunus Nadi'nin kanıyla dengelenmiş." diyor. Kastettiği nedir İlhan Selçuk'un? 
Herhalde Yunus Nadi'yi ilerici, Halid Ziya'yı gerici görüyor. Bir de o dönemde Hanzade Sultan'ın oğlu Ahmed'le evliydim. "Nereden çıktı bu kız başımıza?" diye düşünüyordu herhalde. Ama ilginç bir refleks. 


Emine Uşaklıgil Cumhuriyet gazetesi sonrasında bir çok işle uğraştı Cumhuriyet ve IBS’de yöneticilik, Onat Kutlar ile birlikte film yapımcılığı denemesi, Alkazar Sineması işletmeciliği ve simultane tercümanlık yaptı. Bir süre Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdı. Bir araştırma ve danışmanlık şirketinde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Şu an hala Ege’de zeytincilik yapıyor ve NTV'nin internet sayfasında yazıyor. 


Emine Uşaklıgil yaşadığı cam evle de ara sıra gündeme geliyor. Bildiğim kadarıyla dünyada tamamı camdan oluşan 2 ev bulunuyor, bunlardan biri de Emine Hanım'ın İstanbul'da bulunan evi!


Cam evde daha önce İsmail Hacıoğlu'nun oynadığı "Şüphe" adında bir dizi de çekilmiş...



Ormanın içindeki sırça köşkPosta 4 Temmuz 2010 
Camdan yaşam kutusu
Emine Hanım ve İngiliz David Tongue, önceleri Beyoğlu-Galatasaray’da hoş manzaralı bir dairede oturmaktaymışlar. Hafta sonları ve yazları ise şimdiki cam evlerinin olduğu ormalık yerde, onun bir uzantısı olarak hala kullanılan, ufacık, taştan bir köy evine kaçıyorlarmış. İstanbul’da bu şekilde iki ev tutmanın anlamsız olduğuna karar verdiklerinde Galatasaray’daki evi kapatıp, temelli ormandaki bu taş eve taşınmayı düşünmüşler. Ancak böyle küçük bir mekanda 24 saat yaşamanın doğurduğu ihtiyaçları da göz önüne alarak hali hazırdaki arazide yeni bir ev yaptırmanın yollarını aramışlar.
İşte o aşamada yolları mimar Ahmet Alataş’la kesişmiş. Ev sahiplerinden tasarım konusunda neredeyse açık kart alan mimar Alataş, hemen işe koyulmuş. Ev öyle yalın ve şeffaf ki içinde tek bir duvar dahi yok. Evin dört bir tarafı da cam. Mimar Alataş, mahremiyeti koruyacak ama yine de doğayı evin içine davet edecek şekilde ona da bir çözüm bulmuş. Gün ışımasından itibaren herhangi bir an güneş ışığını kesmek istediğinizde uzaktan kumandalı perde sistemi devreye giriyor. Bunun yanı sıra her şeyin en yalınını seven ev sahipleri, evin ön yüzünde doğal perde oluşturacak şekilde çelik halatlara mor salkım sardırmaya başlamışlar.
Evin dışarıdan görünen ultra modernliğine, sadeliğine ve şeffaflığına inat, içindeki eşyalar bir köşke yakışacak cinsten tarihi özellikte. Bir köşede Halid Ziya’nın masa saati ve mürekkep seti, diğer köşede ise onun oğlu (Emine Hanım’ın da amcası) Vedad Uşaklıgil’in Florya’daki evinden getirdiği antika yazı masası duruyor. Annesi Leyla Abalıoğlu’nun hediyesi, mutfaktaki duvarda asılı Flora Danica desenli porselen tabaklar da görmüş geçirmiş, soylu bir İstanbul ailesine aitliği gösteren unsurlardan. Evde belki klasik anlamda duvar yok ama Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi duayenlere ve genç sanatçılara ait çok sayıda tablo, heykel ve diğer eserler hemen göze çarpıyor. Belli ki ev sahipleri sanata meraklı. Okumayı seven Emine- David çiftinin evinde kitaplar hep baş köşede. Kurtuluş Savaşı tarihinden Baudelaire’e uzanan, sahibinin tercihlerini hemen belli eden bir seçki söz konusu. Emine Hanım’ın odasındaki çalışma masasının öyküsü de ilginç.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan Konsolosluğu’nun harita odasının masası bu. Amerikalılar’ın, İstanbul ve Anadolu’nun işgali gibi olayları takip ettikleri bu masa daha sonra unutuluyor. Ta ki Emine Hanım’ın bir arkadaşı satın alıp kendisine hediye edinceye kadar. Emine Hanım laptop’uyla kah salonda, kah mutfakta, kah bu masada çalışıyor. Dede Uşaklıgil’in 13-14 yaşında yapılmış ufacık bir portresinin zeki bakışları altında bugün torun Uşaklıgil yazılarını yazıyor. Yazıdan başını kaldırmak istediğinde ise evi çevreleyen en geniş bahçede kendi diktiği ağaçlarla veya sebze ve taze ot bahçesiyle ilgileniyor. Acaba orijinal eserin yazarınının torunu olarak Emine Hanım kitabın dizileştirilmiş halini nasıl karşılıyor? Ona göre eserin, yapımcı tarafından ilgi çekici şekilde televizyona uyarlandığı, dizinin başarısından belli. Onu asıl sevindiren ise dizi sayesinde dedesinin kitabına da ilginin artmış olması ve hatta satışlarının gözle görülür biçimde yükselmesi.


Emine Uşaklıgil'in ntvmsnbc'de yayınlanan yazılarına ulaşmak için;
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/34696.asp

20 Ekim 2011 Perşembe

Bugün bu blogda...

Son bir haftadır bloguma yapılan tıklama sayısı oldukça arttı. Blogumu takip eden herkese çok teşekkürler!



Yakın zamanda her tarafta bir "Aşk-ı Memnu" furyası vardı. Yazarı Halid Ziya Uşaklıgil bu kitabı aslında ta 1899-1900 yıllarında yazmıştı ancak geçen yıl satış miktarının oldukça yükseldiği biliniyor. Halid Ziya'nın tüm eserlerinde telif sahibi olan kişilerden, torunu Emine Uşaklıgil, medya dünyasında da yer almış önemli bir isim aslında. Bazılarınız onu Cumhuriyet gazetesinden, bazılarınız geçen yıl çıkardığı kitap "Benim Cumhuriyet'im" den, bazılarınız da NTV internet sayfasındaki yazılarından hatırlayabilir. Bugün, Emine Uşaklıgil'le ilgili ilginizi çekecek bazı notlar Kısakahvemolası'nda olacak...

19 Ekim 2011 Çarşamba

KısaKahveMolası'nda Yenilik Var...

Bu aralar blogumun tasarımıyla çok uğraşıyorum. Her girdiğinizde farklı bir sayfa görüyor olabilirsiniz. Beğendiğiniz tasarımda bana "dur" diyebilirsiniz :) Bugün KisaKahveMolasi'nda sürpriz bir yenilikle karşılaşacaksınız. Takipte kalın :)

17 Ekim 2011 Pazartesi

Okurlarımdan Mektup Var :)

Blogum şimdiden mucizeler yaratmaya başladı!!! Bu gece beni çook ama çok mutlu eden bir sürprizle karşılaştım! Beni hep blogumla ve yazılarımla ilgili motive eden arkadaşlarım Aybike ve Murat, bu gece sevincimden ağlattılar :)

http://kisakahvemolasi.blogspot.com/2011/10/anne-ben-blogcu-oldum.html linkindeki yazımda mektup almayı çok sevdiğimi yazmıştım. Onlar da bu yazım üzerine bana harika bir mektup yazmışlar... Bu mektubu ben evde yokken, Aybike bizim posta kutumuza bırakmış! Posta kutusunda mektubu gördüğüm an eve nasıl koştuğumu ve mektubu nasıl açtığımı görmeniz gerekirdi... Zarfın içinden, görür görmez bayıldığım, inanılmaz güzel, kapağı dantel işlemesi gibi yapılmış çok zarif bir mektup kağıdı çıktı! Aybike bu kağıdı orta birinci sınıftayken Amerika'dan almış. Bu güzel mektubu onun bugüne kadar sakladığından daha uzun saklayacağım! Hiç vakit kaybetmeden ilk okur mektubumu bu gece blogumda sizlerle paylaşıyorum:) Canım arkadaşlarıma da tekrar çook teşekkür ediyorum!





Artık balkon soğudu ama salonda da kahve keyfi yaparız:) Siz yeterki gelin! Deniz hemen uçak bileti bakmaya başlasın:)

10 Ekim 2011 Pazartesi

Starbucks'ın İlginç Kararı...

Aşağıdaki ilginç haber hakkında ne düşünüyorsunuz? Starbucks gerçekten altın çağlarını yaşıyor, uzun süre ağırladığı müşterilerini, hızla gönderecek bir yöntem dahi satış oranlarıyla ilgili, büyük bir endişe yaratmıyor belliki...

" Ünlü kafe zincirinden yapılan açıklamada, New York'taki yoğun Starbucks şubelerindeki elektrik prizlerinin tamamının iptal edileceği duyuruldu. 

Böylece, yoğun şubelerinde, sabahtan akşama kadar laptop'uyla masa işgal eden müşterilerinden kurtularak, kısa süreli kahve zevki yaşamak isteyenlere yer açılacağı hedefleniyor. 

Starbucks, geçen yıl tüm müşterilerine ücretsiz kablolu internet hizmeti sağlamaya başladıktan sonra 'laptop aylakları'nın favori mekanlarından birine dönüşmüştü. 

Peki Starbucks müşterilerine karşı tavrında haklı mı?
"Hayır" diyor ZDNet'ten Zack Whittaker: Starbucks'ların artık iş olarak da ana fonksiyonlarından biri, tuhaf, yapışkan sandalyelerine rağmen, kahve içerken wireless internet keyfi sunmasıyla, okul kütüphanelerine alternatif oluşturması. 

Müşterilerin hiçbir alışveriş yapamadan saatlerce masa işgal etmesi ne kadar yanlışsa, müşterilerin elektiriğini kesmek de kafe zinciri açısından yanlış bir yola girdiğinin göstergesi. 

"Evet, bu karar kesinlikle adil" diye yazan The Stir yazarı Kim Conte: Bu kararı almakta niye bu kadar geciktiler ki? Her ne kadar ben de sürekli laptopuyla Starbucks'ları dolaşan biri olsam da, karar çok mantıklı. 

Laptop aylakları, her kafenin büyük bölümünü gün boyunca işgal ediyor ve kafenin diğer müşterilerine çok az yer kalıyor. Eğer müşterilere terbiyeyi elektriğin kesilmesi öğretecekse, bırakın öyle olsun. 

"Kahve müşterisi bunu istiyor" diyor Starbucks sözcüsü Alan Hilowitz : Kahvelerini ve pastalarını satın alıyorlar ancak oturacak hiçbir yer yok. Bu yeni politika özellikle yoğun şubelerimizin işlerini artıracaktır. Müşterilerimizin çoğunu sevindirecektir. Kafemizi, ev ofis sanan çok az düşüncesiz müşterimizin canını sıkacaktır. "

Ankara'nın göbeğinde bir Avrupa Cafe'si...

"Siz yola çıkın yeter, biz yolunuzun üzerinde olacağız" diyen Kafes Fırın, Eskişehir yolu üzerindeki Opet'in tam yanında. İçeride benzinlik yanında olduğunuzu asla hissetmeyeceğiniz bir hava esiyor. Özenle pişen ekmekler, seçemeyeceğiniz kadar çok pastalar, poğaçalar, yiyecekler vitrinde harika gözüyor.

Ankara'da bir değişiklik yaşamak istediğinizde kolaylıkla bulacağınız mekanın kahveleri özellikle harika. İnternet sitesinde bu kahveleri kumda ağır ağır pişirdiklerini okudum. Ağır pişen Türk kahvesinin lezzeti, olması gereken özenin göstergelerinden yalnızca biri. Ancak bu derece özenle ve sevgiyle yaklaşılan bir mekan insanı böyle etkileyebilir. Kafes benim Ankara'daki favori dinlenme noktam diyebilirim.

İç tasarım son derece sade ve güzel, abartıdan uzak, dinlendirici. İsterseniz geniş bahçe bölümünde oturabilirsiniz, isterseniz de yerleri sokak taşlarıyla kaplı iç mekanda mutfaktaki hareketi izleyebilirsiniz. 

Burada poğaça da ana yemek de satıldığı için fiyat aralığı 3-5 TL'den başlayıp yiyeceğiniz ürüne göre 25-30TL civarına kadar uzanıyor.