9 Nisan 2012 Pazartesi

Nazlı Eray Bir Adamın Yaşlılık Dünyasında

Bitirdiğim kitabımın kapağı
Ne zamandır gezi yazıları yazıyorum diye diğer konulardan artık bahsetmeyeceğimi sanmayın :)
Tabii fotoğrafları canlandırmak, nihayet güneşlenen Ankara günlerinde işime gelmiyor değil. Hele tüm yıl boyu toplam 10 gün bile izniniz yoksa ve hepsinin yeri şimdiden belliyse...


Ben biyografik romanlara bayılırım. Medya önünde pek olmayan ama alanlarında başarılı, tanınmış kişilerin hayatlarına inanılmaz ilgim vardır. Son bitirdiğim roman böyle bir yaşamı anlatıyordu: Nazlı Eray'dan "Tozlu Altın Kafes". 
http://kisakahvemolasi.blogspot.com/2012/03/gelecek-yazlarda-gorecekleriniz.html linkindeki yazıda, Samsara parfümünün fotoğrafını koyup anlatacağım demiştim. Samsara, hem Nazlı Eray'ın kullandığı parfümün adı, hem bu romanında anlattığı kendi hayat kesitlerine çok uygun bir anlamı var; ölümden sonra yaşam demekmiş. Kitapta hayatı içindeki üç ayrı ölümünü anlatıyor, her seferinde yeniden başlayabilmiş... 



Nazlı Eray ve Metin And evlenirken...
Nazlı Eray'ın satın aldığı kıyafetlerle yapılan evlilik töreninden...
Kısa sürede okuduğum kitapta, Nazlı Eray'ın ilk sevgilisi Ege Ernart ve 2.eşi Metin And'la olan evliliğini ve yaşadığı ölümcül bağırsak düğümlenmesini anlatıyor. Kitap "zaman"da tamamen ileri veya tamamen geri giderek değil, yazarın kafasının meşgul olduğu olaya göre ileri veya geri saran bir anlatımla ilerliyor. Benim çok hoşuma gitti, çünkü hayatımızda da konu mutlaka bir hikayenin sonunda veya başında değil ki! Bazen en ortasında yaşarsınız en can alıcı şeyi ama o an atlar geçersiniz. Her şey bitip sular durulduğunda son gelmiş olabilir, işin bu kısmı da anlatmaya deymeyebilir.


Metin And Tozlu Altın Kafeste.
Kitapta anlatılmayan Metin And hikayesini sağdan soldan okuduğum kadarıyla özetleyeyim: Ankara'nın meşhur caddesi Tunalı Hilmi'nin adını aldığı eski milletvekili Tunalı Hilmi Bey'in kızı Sevda, Cenap And'la evlenir. Çift, çocukları olmayınca Cenap Bey'in yeğeni Metin'i evlat edinirler. Dolayısıyla Kavaklıdere Şarapları, Tunalı Hilmi Caddesindeki malvarlığı vs. yokluklarında sahibini bulacaktı. Ancak Sevda Hanım, bir arkadaşı ve Metin And, henüz Tunalı Hilmi caddesinin boş arazi olduğu yıllarda bir gece, boş alanda yürüyüş yaparken aşırı hızla gelen bir araba Sevda Hanım ve arkadaşına çarparak öldürür. Geriye kalan Metin And için dayısı Cenap And'ın hiç iyi duygular beslemediği ortada ki, Metin And'ı miras dışı bırakmak için mahkemeye verecek ve uzun bir savaş yaşanacaktır. Sonuçta aracın Çekoslavakya Konsolosluğuna ait olduğu anlaşılacak ancak süreç nasıl ilerlediyse Metin And miras dışı bırakılacaktır.


Metin And daha sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Tiyatro Bölümünü kurar. Türk tiyatrosunun en önemli isimlerinden biri kabul edilen Metin And ilk evliliğini yakın arkadaşı olan Şara Sayın'la, ikinci evliliğini balerin Yüksel Çapanoğlu ile, son evliliğini de yazar Nazlı Eray ile yapar. İlk eşi ile Nazlı Eray'ı tanıştırmak istemiş, iki kadın birlikte samimi fotoğraflar bile çekilmişler. Nazlı Eray son derece rahatsızlık duyduğu o günü ayrıntıyla anlatıyor kitapta. Yüksel Hanımla Nazlı Eray'ın ilişkisi çok enteresan. Kitapta uzun uzun anlatılıyor. Metin Bey'in Yüksel Çapanoğlu ile evliliğinden sahip olduğu tek kızı var. Kızıyla Nazlı Eray'ın ilişkisi hiç bir zaman iyi olmamış. Ancak bu kadar sorunlu bir ilişki, insanları neler yapmaya itmiş hayretle okuyacaksınız. Kitabın heyecanını kaçırıp çok detay vermek istemiyorum ama Nazlı Eray'ın "Ay Falcısı" isimli kitabını okuyanlar olabilir, orada da yaşadığı bu kötü anıları yazmıştı.


Metin And evinde
Nazlı Eray ve Metin And arasında her zaman sorunlar yaşanıyor. Balayına gidiyorlar, Metin And "Otelin parasını bir gün sen ödersin, bir gün ben." diyor. Balık yemeğe gittikleri bir başka gün, adam, gelen hesapta üç-beş liranın hesabını yapıp restoranda olay çıkarıyor. Nazlı Eray, yerleştiği evinde hiç bir eşyasına dokunamıyor, misafirliğe gelmiş bir yabancı gibi, bir eski yatağı olan odaya yerleşiyor, yıllarını bu şekilde geçiriyor. Evdeki muhteşem kitaplara, harika filmlere dokunması bile yasak. Lavabonun aynasının önünde es kaza rujunu, kremini unutması büyük olayların çıkması için yeterli... Eski eşyalarla dolu evde bunalıp güneşli havada yürümek istediğinde "Nereye?" sorularıyla karşı karşıya kalmaktan korkuyor. Nazlı Eray bu yaşadıklarını "Bir adamın yaşlılık dünyasına girmiştim" diye özetliyor ve gerçekten yaşlı, aksi bir adamın kaprislerini uzun müddet idare ediyor. Yakın bir apartmanda oturan, sürekli dertleşmeye gittiği, Müren Abla dediği ve çok güvendiği komşusunun "Sakın fevri bir şey yapma, kocandır..." gibi sözleri onu yıllarca Metin And ile yaşamaya itiyor. Müren Abla da ilginizi çekecek bir karakter bu arada.

Yaşadığı yıllar ne kadar sinir bozucu olsa da, halkın gözünde hala değerli bir profesör olan Metin And'ın gizli dünyası bu kadar ortaya serilmeli miydi? Üstelik cevap hakkı da kalmamış bir insan artık o. Bu soru basında da tartışıldı. Çiftin nikah şahitliğini yapan Ahmet Tan, Metin And'a haksızlık yapıldığını söylemiş ve "meslek odaları devreye girmeli" demiş. Akşam gazetesinden İsmail Küçükkaya ile Nazlı Eray'ın yaşadığı diyalog harika:


Nazlı Eray'dan yazıdan sonra iki ayrı mail aldım. Mahremiyet ihlali eleştirime zarif bir yanıt göndermişti. ''Sevgili İsmail' diye başlayan elektronik postasında 'Tozlu Altın Kafes bir Metin And kitabı değil. Hayatının bir bölümünü de Metin And ile yaşamış olan yazar Nazlı Eray'ın o evliliği ile ilgili iyi ve kötü bazı anıları. Yazamadığım o kadar çok şey var ki; en mahrem lafı bana tuhaf geldi. Kitap Metin And'ı afişe etmek için yazılmış bir kitap değil. Benim hayatımı, onun bazı bölümlerinde iz bırakanları, bir hoca değil bir koca olarak Metin And'ı anlatan kitap. Hayatım bana ait ve onu hiçbir zaman sansürleyemem. İkonlara ve tabulara inanmıyorum. Gene de yazdığınıza çok saygı duyuyorum.'

BAKIN METİN AND NASIL BİR DEĞERNazlı Hanım çok zarif. Müthiş bir olgunlukla eleştirilerimi yanıtlamış. Katılmadım ama saygı duydum. Dediğim gibi, hayatta olmayan birisiyle ilgili söylediklerimiz, yazdıklarımız çok kritiktir. Cevap hakkı yok ki. Ölen birine, eski eşe, önceki patrona, düşene, hapishanedekine, işini kaybetmiş birine, eşit şartlarda olmadığımız insanlara söz söylerken bir kere değil bin kere düşünmeli. 
Kafam kaç gündür bunlarla meşgulken, NTV Tarih dergisinin Mart sayısında yeni çıkan kitaplar köşesinde ne göreyim... '16'ncı yüzyılda İstanbul: Kent, Saray ve Günlük Yaşam', 315 sayfalık bir kitap. Lütfen konusunu anlamak için ismini bir daha okur musunuz. Yazarı Metin And. Kısa tanıtım yazısındaki şu ifadeye ne dersiniz: 'İlk defa 1994'te yayımlanan bu kitap, Viyana'da Avusturya ulusal kitaplığında Metin And'ın bulduğu resimlerin orijinal boyuttaki görüntüleriyle birlikte yeniden basıldı.'
Ben Metin And'ı işte böyle anmak isterim. Yaptıklarıyla, eserleriyle...



Nazlı Eray'ın cevabı o kadar zekice olmuş ki, İsmail Küçükkaya haklılık payı olsa bile savunamamış savını. İsmail Bey öyle ansın Metin And'ı, Nazlı Eray da böyle. 

Belki Metin And, evlilikleri sırasında Nazlı Eray'a evde yazı yazabilmesi için bir masa bile vermediği için o zaman yazılamadı bu romanlar. Belki bir yazara bütün bunları kitap yazabilmesi için yaşatmıştı...

2 yorum:

Deniz dedi ki...

Nazlı Eray'ın İsmail Küçükkaya'ya cevabı; insanı, bu konuda net görüşü var zannederken birden yeniden düşünmeye itiyor.. Haklılık payı olabilir, benim anılarım diyor, benim bakış açım, onun hayatı değil..

Belkide içten içe, Nazlı Eray'a hak verdiğimiz için bu anıları ortaya çıkartmasını yanlış bulmuyoruzdur..

İki Kum Tanesi dedi ki...

O kadar güzel anlatmışsınız ki kitabı okumak farz oldu.